Geçtiğimiz günlerde sosyal mecralarda yeniden yer bulan bu tartışma oldukça eskiye dayanıyor. Bu yüzden konu hakkında daha önce yazılmış yazılara rastlamak mümkün. Özellikle Metin Celal ve C. Hakkı Zariç imzalı yazılar dikkat çekici… Haluk Oral’ın aktardıkları da… Biraz daha eskiye giderseniz başka metinlerle karşılaşmak da mümkün olabilir. Bir yazara imzaladığı kitabın sahafa düştüğünü öğrenen kişinin üzüntüsü bazen tepkiye dönüşürken, bu konu edebiyat çevresi üzerinde bir etki yaratmıyorsa konunun tartışılması gereken boyutlarıyla ele alınmadığını ve kültür çevrelerinin önemli bir sorunu görmezden gelmeyi tercih ettiğini düşünmemizin önünde bir engel kalmıyor.
Bir edebiyatçının okuma tercihleri ve birikimleri sadece o kişinin sorumluluk alanına girdiğinde, edebiyat neferini koruyamadığı birikimleri için suçlamanın akılla ilişkisini kurmak olanaksız hale geliyor. Çünkü bir sanatçıdan birikimlerini saklayabileceği kadar alan, hacim ve şablon yaratmasını beklemek haksızlık. Bu biraz da maddi olanaklarla ilgili bir konu. Bunun başka açıklamalarını bulmak da mümkün. Belli bir yaşın üzerindeki edebiyatçının belki de altmış yılı aşkın bir birikimi yönetirken bir şeylerin kontrolden çıkması, ülkenin kültür politikasının da sorgulanmasını gerektiriyor.
Kitleleri hizmetleriyle etkileme zorunluluğunu hisseden kamu kurumlarının sarıldığı projelerden biri de hiç kuşku yok ki kütüphaneler. Kütüphane kültürü, son zamanlarda belediyelerin ve bakanlıkların kitlesel propagandalarının aracı haline gelmiş durumda. Devletin, tüm kurumlarıyla bütünleşmiş bir politika üzerinden kültürel konuları yönetmesi gerekse bile, işin bu hali dahi bizi mutlu etmeye yetiyor. Yeter ki insanların zaman geçirmek isteyeceği kütüphanelerin sayısı artsın ve bu eğilim özendirilmeye devam etsin. Ancak bu durum, uygulamanın güdük bırakılmış bir yanını ortaya koymamızı da engellemiyor.
Her mahalleye bir kütüphane kazandırılacağı sürece dek gelişmesi özendirilebilecek bu uygulamaya ülkenin kültür ve sanat üretiminin ana unsuru olan edebiyatçılar neden dahil edilmiyor? Sorumuz bu! Şairi ve yazarı doğduğu ya da yaşadığı yerin kültür değerlerinden birine dönüştürecek bir uygulamayla her kütüphanede bir yazara alan açılması, açılan o alana adının verilmesi, bu alanda birikimlerini toplamasının teşvik edilmesi, hatta yaşamı boyunca açılan o alanı beğenisi ve tercihlerine göre biçimlendirmesinin istenmesi o kütüphaneyi daha değerli hale getirmez mi? Ayrıca okur açısından bir müze değeri olmaz mı o kitaplığın? Bugün Orhan Veli’nin, Nazım’ın, Cansever’in ya da Can Yücel’in kütüphanesini ziyaret olanağımız olsaydı, okuma tercihlerine tanıklık etmek eşsiz bir deneyim olmaz mıydı?
Yazarın terk-i dünya eylerken kitaplarının akıbeti için endişe duyması ve o birikimlerin sahaf marifetiyle dolaşımda kalmasının umulması bir hazinenin yok oluşuna aldırmamak anlamına geliyor. Bu konu ortada bir haksızlık olduğunu gösteriyor hiç kuşku yok ki. Ama bu haksızlığın kime yapıldığına karar vermek kolay olmayacak. Şairin ve yazarın hazinesinin kaybolmasına izin verdiğimizde bir edebiyat değerine mi, eserlere mi yoksa kendimize mi haksızlık etmiş oluyoruz?