➤ Yazarlar

Telif Süreleri Meselesi…

Her yıl kaçınılmaz olarak telifi düşen yazarlar listesine yeni isimler ekleniyor. Yasa gereği yazarın ölümünden yetmiş yıl sonra eserlerinin telif haklarının koruma süresi bitmiş oluyor. Koruma süresinin bitmesi, teliften düşmek, yazarın hakları, okurun hakları, mülkiyet, hukuk gibi başlıklar karmaşık ve ürkütücü görüntüler vaat etmiyor mu?

O yıl kitapları üstündeki telif koruması kalkan yazarların durumuna göre yayıncılık sektörünün ve edebiyat ortamının konuya ilgisi değişkenlik gösterebiliyor. Geçen yıl Memduh Şevket Esendal kitapları üstündeki koruma kalktı, bu yıl sonunda aynı durum Neyzen Tevfik için geçerli olacak. Ancak bu konu bir süredir sütliman bir ilgiyle izleniyor. Oysa 2019 yılında Sabahattin Ali ve 2020’de Orhan Veli teliften düşünce bu konu uzun süre tartışılmıştı. Hatta George Orwell kitaplarının teliften düşmesi bile epey haber olmuştu.

Bugünlerde konuya güncel bir ilgi olduğunu söylemek imkânsız… Ama 2024 yılı Sait Faik dolayısıyla oldukça hareketli bir gündem yaratacakmış gibi görünüyor. Bu durumda konunun yazarın kitlesine göre ilgi gördüğünü ve buna göre bir tartışma süreci oluştuğunu fark edebiliyoruz. Konu, mülkiyet haklarıyla ilgili bir tartışma izlenimi verse de kapsamın ticari paylaşım süreçlerinin dışında bir çağrışım yaratmadığı sonucuna ulaşmak kaçınılmaz…
Bir yazarın ölümünün yetmişinci yılında, üstündeki telif korumasının kalkmasını artık halka ait olması şeklinde bir gerekçeyle açıklama eğilimi herkesi ikna edebilir. Ülkeden ülkeye değişkenlik gösteren bu sürelerin neye göre belirlendiğini anlamak çok kolay olmayacaktır. Bu konuda birbirinden farklı görüşler var. Bu koruma süresinin uzatılması gerektiğini düşünenler de var, koruma süresinin bir sürece bağlanmasının tamamen iptal edilmesi gerektiğini düşünenler de. Telif sürecinin neden belli bir koruma süresi koyduğunu anlamak da bu sürenin kısalması ya da uzamasının neyi değiştireceğini bilmek de pek mümkün görünmüyor. Konu eserin ürettiği gelirlerin nasıl bölüşüleceğiyle ilgili bir mesele ama verilecek her karar kendi handikap listesini bağrında saklıyor.

Süreyi uzatıp yazarla giderek bağı esneyen, hatta belki mücadelesini dahi paylaşmayan bir kitlenin telif hakkından yararlanması bu konunun çözümü olamaz. Süreyi kısaltmak da yazarın anısını incitebilir. Bunlar hep ihtimaller. Zaten bu konunun sorun haline gelişi sürenin ne olması gerektiğiyle ilgili değil. Daha önemli bir sorundan söz etmeliyiz. Çünkü teliften düşmenin ötesinde bir durum konuyu endişe verici boyutlara taşıyor.
Bir eserin teliften düşmüş olması gözden de düşmesine yol açacak sürecin önünü açmamalı. Konu hakkında yapılan tartışmalara, hukukçuların, sanatçıların ve siyaset uzmanlarının altını çizdiği ayrıntılara bakarak anlıyoruz ki teliften düşse bile eserin niteliğine gölge düşürecek, özgün yapısını koruyacak önlemler alınmasını sağlayabilecek bir yasa ve Kültür Bakanlığı gibi bunu denetleyebilecek bir mekanizma var. Ama buna rağmen eser teliften düşünce, dileyen dilediği gibi eser basabiliyor. Bir eserin yayıma hazırlanma sürecinde uygulanması gereken aşamalar var ve bu uygulamalar haliyle maliyeti arttırıyor. Maliyeti arttıran tüm uygulamaları ortadan kaldırıp sadece kazanacaklarına odaklanarak kitapların basımını gerçekleştiren yayınevlerinin denetlenmemesi hem yazarı hem de kitapları özenerek basıma sunan yayınevlerini cezalandırmak anlamına geliyor. Bu konuda her şeyden önce okur duyarlılığının devreye girmesi ve bu ayrımı yapması gerekiyor. Niteliği gözetilmeden hazırlanmış bir eserin dolaşıma sokulmasını engellemek yetkili kurumlar kadar okurun da görevi değil midir? Bugün yarı fiyatına kötü bir kitap almaktansa okunmuş kitapların sergilendiği satış platformlarıyla ve artık online erişim olanaklarını da sunan sahaflarla iletişim halinde olmak gibi bir yöntemle emek istismarına direnmek mümkün olabilir. Yapılması gereken öteki müdahale ise bu özensizliği temsil eden yayınevlerinin deşifre edilmesidir. Yayıncılar birliği, dernekler, odalar, sendikalar gibi mesleki ve demokratik kitle örgütlerinin konuyu bir denetim mekanizmasına kavuşturması ya da yetkiyi elinde bulunduran bakanlığın yasayı uygulaması, birtakım teknik çözümler geliştirilmesi ise zaten yapılması gerektiği halde neden uygulanmadığını anlayamadığımız durumlar ortaya çıkarıyor.

Bir kitap teliften düştüğünde onu yayın programına almak her yayınevinin hakkı. Ama herkesin bir esere hakkını verip basamayacağı da ortada. Halka mâl olmak başlığı altında eserlerin yağmalanmasına sessiz kalmak, belli bir kitleye ulaşmış eserlerin telif tartışması çıkınca ses yükseltmek pek bir anlam taşımıyor.

➤ Yazarın Son Yazıları

➤ Son Yazılar

Welcome Back!

Login to your account below

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Add New Playlist

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?