Ahmet Tatar
Yaşayanların anlattıkları, depremin nasıl bir felaket olduğunu yaşamasak da hepimizin az çok anlamasını sağladı.
Hiç birimiz depremden önceki ruh halinde değiliz.
Çevremize, yaşadıklarımıza, sevdiklerimize başka bir gözle bakıyoruz.
Hepimiz olduğumuzdan biraz daha hassaslaştık.
Hayatımızda, neyin gerçekten değerli, neyin sandığımızdan daha değersiz olduğunu yeniden değerlendiriyoruz.
Neye sahip olduğumuz ya da sahip olduğumuzu sandığımız şeyler üzerindeki hükmümüzün ne olduğunu sorguluyoruz.
Sahip olduğumuz hemen her şeyin bir anda yok olabildiği, bir enkazın altında kalabildiği gerçeği ile yüzleşiyoruz.
Kurtulanlar belki sadece canlarını dışarı atabildiler.
Sevdiklerine ulaşamadı, o enkazdan kurtaramadılar.
Hayatlarında çok önemli alanları kaplayan eşyalarını, anılarını bir anda yıkıntıların arasında gördüler.
Şimdi hayata yeniden tutunmaya çalışıyor binlerce insan.
Hayatlarının bir anda alt üst olmasına sebep olan şoku üzerlerinden atmaya çabalıyor.
Kimse neye, nereden başlayacağını bilmiyor.
Fakat kabul etmek gerekir ki, eğer nefes alıp veriyorsak hayat devam ediyor demektir.
Ne olursa olsun, akıp giden hayatın bir yerinden tutmak, yeniden ayağa kalkmak, yeni bir başlangıç için kendimizi toparlamak zorundayız.
Söylemesi kolay, gerçekleştirmesi çok zor bir şeyden bahsettiğimi biliyorum. Ancak yaşananlar, hayatın kaçınılmaz bir gerçeği maalesef. Bunu kabul etmek zorundayız.
Bu haldeyken bile önemli olan toza toprağa bulanmış olan umudun yeniden yeşertilmesi, yeniden parlatılmasıdır.
Toplumsal dayanışmanın, yardımlaşmanın, birbirimizin elinden tutma becerisinin işlevi tam da buradan başlıyor.
Elbette sivil girişimler, kampanyalar çok önemli ancak yetersiz kalacağı da muhakkak.
Zira felaketin boyutları devletin bütün gücünü seferber etmesini gerektirecek kadar büyük.
Devletin inisiyatifi ele alması, güvenlik, barınma ve gündelik asgari ihtiyaçların giderilmesi konusunda depremzedelere şefkat elini uzatması gerekiyor.
Yapılması gerekenler konusunda hiçbir tereddütte yer yoktur.
Devletin, elindeki bütün olanaklarla bu kış kıyamette açıkta kalan insanların ihtiyaçlarını mutlaka karşılaması gerekiyor. Bunun hiçbir mazereti olamaz.
Başta da belirttiğim gibi depremden, depremin yarattığı büyük yıkımdan hepimiz etkilendik.
Hepimizin ruh hali bozuldu.
Ancak normalleşmek için lütfen aceleci olmayalım.
Kabul edelim ki, normalimiz çok iyi ve sağlıklı değil.
Hepimiz çok gerginiz.
Siyasi iktidarın körüklediği çok büyük bir kutuplaşmanın içindeyiz.
Kimse öteki bildiğini dinlemiyor.
En küçük bir meselede bile birbirimize anlayışla yaklaşmıyoruz.
Uzlaşmayı, çoktan unuttuk.
Çevremize karşı son derece yıkıcı, yok edici bir yaşam tarzı içindeyiz.
Eğitim kurumlarını medrese zihniyeti ile yöneten, bilime kulak vermeyen, gerçek bilim insanlarına saygı duymayan anlayış ülke yönetimine hakim oldu.
Gündemimiz deprem olsa da çarşı pazarda yangın sürüyor.
Varlık içinde yokluk çekiyoruz.
Ülkemiz, hukukun üstünlüğü, demokrasi, özgürlükler gibi uluslararası standartlarda küme düştü.
O nedenle içinde bulunduğumuz hassasiyeti henüz kaybetmemişken, ülkemizin geleceği ve yaşadığımız çevrenin sorunları hakkında düşünmenin; kutuplaşmadan, ayrışmadan, ötekileştirmelerden uzaklaşmanın tam da zamanı.