Ahmet Tatar
Resmi rakamlara göre 30 binin üzerinde insanımızı kaybettik. Bir çokları hala enkaz altında.
Gözümüz televizyonlarda ve sosyal medya platformlarında.
Mucize kurtuluş hikayeleri yanında, bir çok eksik, bir çok olumsuzluk medyaya yansıyor. İlk günden itibaren manipülasyonlar bir yana, özellikle insanların sosyal medya üzerinden paylaştıkları sansürsüz görüntüler hepimizin acı gerçekle yüzleşmesine neden oldu.
Daha depremin ilk dakikalarından itibaren depremin yeri, boyutları hakkında bir çok bilgi sosyal medyaya düşmeye başladı. Doğru değerlendirildiğinde bu veri akışı çok kıymetlidir.
Bu paylaşımlar kısa sürede ne ile karşı karşıya olduğumuz hakkında herkesin fikir sahibi olmasını sağladı.
Bu nedenle daha devlet harekete geçmeden ülkenin her yanından insanlar organize olmaya, yardım ulaştırmaya çalıştılar.
İşte tam bu aşamada devletin devrede olması, çok önceden hazırladığı planlar çerçevesinde insanları organize etmesi gerekiyordu. Beklenti buydu.
Bunun olmaması halkımızın bütün iyiniyetli çabalarının kaos ortamında heba olmasına yol açtı.
Ne yardımlar olması gereken hız ve düzende ihtiyaç sahiplerine ulaşabildi, ne de devlet güçleri zamanında depremzedenin yanında olabildi.
İlk günden itibaren en çok duyduğumuz klişe “şimdi konuşma zamanı değil” cümlesi oldu.
Oysa hem konuşup hem üzerimize düşeni yapmamıza hiçbir engel yok.
Yeter ki, kim nerede ne yapacağını, nerede bulunacağını bilsin.
Tam da olayın sıcak olduğu, herkesin olaya odaklandığı zamanda doğrular, yanlışlar, eksikler görülür not edilir. Fırsat oldukça tartışılır.
Bu hiçbir işin yapılmasına engel değildir.
Oysa devleti yönetenler, sorumluluk makamında oturanlar konuşulmasın, duyulmasın, bilinmesin istiyorlar.
Peki neden?
Çok açık bir şekilde ayıplarının ortaya dökülmesini, beceriksizliğin, basiretsizliğin öğrenilmesini istemiyorlar.
Bir hamaset havası yaratarak, depremin ikinci gününden sonra gazetecilerin çalışmalarının engellenmeye çalışıldığını, sosyal medyanın sesinin kısılmaya çalışılması bunun göstergesi.
Olumsuzlukların medyaya yansıması devlet-i aliyenin hangi işine mani oldu?
Sen daha ilk saatlerde TSK yı seferber ettin de, ordunun kışlasından çıkmasına gazeteciler engel mi oldu?
Sen her enkazın başına kurtarma ekiplerini hazır ettin de, bu haberler yüzünden çalışamadılar mı?
Sen zamanında ihtiyaçları belirleyip yardımları organize ettin de, sosyal medya senin organizasyonunu mu bozdu?
Hayır, aksine sokakta kalmış, en basit ihtiyaçlarını bile karşılayamayan, enkazın altındaki yakınlarının sesleri karşısında çaresizce tutunacak yardım eli arayan insanların varlığı, adresleri haber oldu.
Çürük binalar, başıboşluk, güvenlik eksiklikleri, yağmacılık haber oldu.
Denilenlerin aksine, insanlar bir yandan üzerine düşenleri yaparken biryandan da eksikleri, yanlışları konuştu.
Eksikleri, yanlışları, gördüklerimiz, öğrendiklerimiz üzerinden hafızamıza yazmaya çalışıyoruz.
Bunların bir daha yaşanmaması için unutulmaması gerekiyor.
Zira biliyoruz ki, her olayda olduğu gibi üç beş gün sonra depremzedeler dışında herkes gündelik derdine, tasasına dönecek.
Millet, deprem öncesinde çarşı pazardaki yangınla, geçim derdi ile uğraşıyordu zaten.
Şimdi bir de enflasyonun, yaşanan geçim sıkıntısının depremle birlikte daha da artacağını düşünürsek, deprem gerçeği yine gündemin gerisine düşecek.
Şu gerçek ki, Türkiye ekonomik, sosyal ve siyasal olarak çok zor bir süreçten geçerken bu büyük felakete yakalandı.
Dolayısıyla devletin bu günkü gidişatıyla, bu yönetim anlayışıyla ne depremin olumsuz etkilerini tümüyle silmek, ne de ertelenen sorunlarımızı çözmek mümkün gözükmüyor.
Korkarım, bundan sonra krizin daha derinleştiğine tanıklık edeceğiz.
Bir an önce gündelik hayatı normalleştirmek, depremzedelerin acil sorunlarına elbirliğiyle çözümler üretmek ve yaşadığımız esas sorunun asıl kaynaklarına odaklanmak gerekiyor.