Doğu Akdeniz – Güneydoğu Anadolu depremi maddi – manevi büyük yıkımlar ve kayıplarla gerçekleşti.
Kimi aile bireylerini, akrabalarını, arkadaşlarını…
Kimi evini, eşyalarını, maddi varlıklarını…
Kimi işini, gücünü, yatırımlarını….
Kimiyse hayallerini, yaşadığı yerle kurduğu bağlarını, oluşturduğu anlamı…
Kimi çocukluğunu, gençliğini, kimiyse köklerini kaybetti.
Kimi yaralandı, sakatlandı, yalnız kaldı.
Mekanlar, tarih, bir kültürün taşıyıcısı ne varsa ya tahrip ya da yok oldu.
Acılarımızın dumanı tüterken zihinlerde yavaş yavaş bir soru belirmeye başladı:
Peki, bundan sonra ne olacak?
Tarifi imkânsız acıların, üzüntünün içinde boğulmamak için bu soruya verilecek cevabın umut dolu olmasına o kadar çok ihtiyaç var ki…
Evet, yönetenler şimdiden “Her şeyi yapacağız, yararları saracağız…”, onların muhalifleri de “Asıl biz yapacağız, yanlışların da hesabını soracağız” minvalinde açıklamalar yapmaya başladılar.
Ancak bütün bunlara inanalım mı? Gerçekten yaparlar mı?
Bazı kimseler bu açıklamalara bakarak “İsterlerse yaparlar tabii, neden yapmasınlar?” bazıları da “Onların yapacağına inanmıyorum ama ötekiler kesin yapar” şeklinde cevap verebilirler. Bazılarının ise hiçbir tarafın hiçbir şeye gerçekten çözüm üreteceğine inancı kalmamış olabilir. Ama kim neyi düşünürse düşünsün, sanırım herkesin ortak ihtiyacı umuttur, her şeyin daha iyi olacağından emin olmaktır.
Peki, siyasi otoritelerin ne dediğine değil de yaşamın pratiklerine bakarak bundan sonra ne olacağına karar vermek daha güvenilir bir yol olabilir mi? Olabilir… Zira “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.”
***
Olaylara bilimin gösterdiği yoldan bakmaya özen gösteren insanların çok iyi bildiği bir yöntem var: Olayların gelecekte nasıl olabileceğine karar verirken, geçmişe ve şu ana dair elimizde bulunan verilerden yola çıkarak tahmin yaparsak çok daha sağlam sonuçlara ulaşabiliriz. Bilimsel araştırma sürecinde buna “yordama” denir. Dolayısıyla eğer ülkemizde doğal ya da insan eliyle meydana gelen felaketlerden sonra ne söylendiğine ve ne yapıldığına bakarsak bundan sonra ne olacağı konusunda da doğru olma olasılığı yüksek bir kanıya ulaşabiliriz.
Ülkemizde son 100 yıldır yaşanan deprem, grizu, çığ düşmesi gibi bunca felaketten sonra halkın ne yaptığına, muktedirlerin yaşananlara dair açıklamalarına ve halka yaptıkları vaatlerin akıbetine bakacak olursak ne yazık ki bundan sonra her şeyin daha iyi olacağını söylememize imkân veren bir tablo göremiyoruz. Örneğin; yakın tarihten ilk akla gelen 1999 Büyük Marmara depreminden 2011 Van, 2020 Elazığ depremlerine; 1992 Zonguldak – Kozlu grizu faciasından 2014 Manisa – Soma ve 2022 Bartın – Amasra grizu facialarına kadar yaşanan pek çok felaketle ilgili yaklaşımlara ve yapılanlara göz attığımızda ne görüyoruz? Kadercilik, boyun eğicilik (itaat/biat), uyma davranışı (sürü psikolojisiyle hareket etme), vaatleri yerine getirmeme ya da eksik yerine getirme, proaktif/önleyici yaklaşım eksikliği, yaşananlardan ders almama, alınan mali (deprem vergisi vs.) kararlardan sapma, imar affı, çarpık yapılaşmaya izin verme gibi riski arttıran uygulamaları hayata geçirme şeklinde olgularla karşılaşıyoruz.
Her felaketten sonra bunca umut veren vaat ve söylemden sonra toplum hafızasında yer eden bunca hayal kırıklığı, her defasında “Aynı tas aynı hamam” dedirten bunca miskin zihin alışkanlığı umudun çoğalmasına imkân verebilir mi? Evet, her şeye rağmen gerçeğe dönüşebilecek bir umudu yeşertmek mümkündür! Ancak bunun olabilmesi için neredeyse her konuda “kader” anlayışının zararını gören toplumun bu sefer kendi “kaderine” el koyması gerekiyor!
Bu tespit ve sorgulamaları yaparken amacım, asla kimsenin zihninde karamsarlık, umutsuzluk yaratmak değil. Ayakları yere basan, olayları gerçekçi açıdan görebilen, istekleri uğruna her tür yasal mecrayı kullanarak mücadele etme sorumluluğu hisseden bir kamuoyu ihtiyacına işaret ediyorum. Zira ülkemizde bugüne kadar yaşanan felaketlerin ardından yapılan ve yapılmayanlarla ilgili tarihsel gerçeklere rağmen aynı “filmi” tekrar izlemeye tahammülümüz ve lüksümüz yoktur. On binlerce canımızı verdiğimiz, takdiri imkânsız maddi ve manevi kayıplar verdiğimiz böylesi bir felaket bile, şahsının ya da ait olduğu grubun çıkarlarını ülkenin ve toplumun çıkarlarının önünde tutan, ahlaki seviyesi düşük kişilere karşı bizleri daha güçlü bir duruş sergilemeye yöneltemezse biliniz ki; bundan sonra bir şeylerin daha iyi olacağını umut etmemiz boş bir avuntudan ibarettir.