Yüreklerimizden oluk oluk acı aktığı bu hafta doğal olarak her şeyi bir kenara bırakıp Doğu Akdeniz – Güneydoğu Anadolu depremini yazacağım. Ama bu yazıda devlet ve hükümet yetkililerinin en hayati zamanda koordine olma ve olaya müdahale etmede sergiledikleri akıllara durgunluk veren hallerini yazmayacağım. Bunca yıkımı ve ölümü, imar aflarını, ülkeyi müteahhit cenneti yapan yapı denetim ve ruhsatlandırma politikalarını vs. yok sayarak sadece depremin şiddetine bağlayan “şark kurnazı” zihniyeti de yazmayacağım. Hayır hayır, on yıllardır bu ülkede yaşanan her doğal afette acıları “kadere” bağlayıp “Haa, evet ya, işte bu!” diye kafalarımızda ampul yakıveren zevatın “bilgeliğini” (!) ve onların bu yaklaşımını her defasında boyun büküşle karşılayan insanımızın “ferasetini” (!) de yazmayacağım. Can pazarı felaket yerinde “Her işi ben yapıyor görüneceğim” ihtirasıyla kendi “şovlarını” mağdurların acil ihtiyaçlarına yeğleyen malum kuruluşlara – yazılmayı hak etseler de – bugün değinmeyeceğim. “Bu çağda bir doğal felakette böylesine ölüm ve yıkım yaşamanın en büyük sorumlusu insandır!” diye haykırıp bu insanların kim olduklarını yazmak da istemiyorum. Zaten bu konular bugün olduğu gibi yıllardır her afetin ardından ve her mecrada çokça tartışılıyor, yazılıp çiziliyor. Sayısız kez dile getirildiği halde neden hiçbir şey değişmediğini merak edenler için bunun sosyal, kültürel ve psikolojik nedenlerini açıklayan bir makale kaleme almak mümkün ama bunu da ele almayı tercih etmeyeceğim. Ben bugün insanımızın ruh sağlığına bir nebze bile olsa iyi gelebilse, bir kez dahi rahat nefes aldırsa “Buna değer” diyebileceğim bazı öncelikli tavsiyelerde bulunmak istiyorum.
TRAVMA VE ETKİ YAYILIMI
Felaket, öncelikle bölgede yaşayanları, sonra tüm Türkiye’yi etkiledi. Bu etki, en çok maruz kalanlardan en az maruz kalanlara ve maruz kalmasa da tanık olanlara doğru halka halka yayıldı. Şu an ister afet bölgesinde yaşasın ister yaşamasın hemen hemen herkesin farklı düzeylerde “travmaya bağlı stres” yükü altına bulunduğu bir süreçten geçiyoruz. Travma, genellikle beklenmedik şekilde meydana gelen ve insanın baş etme gücünü aşacak derecede sarsıcı olaylara bağlı olarak gelişen, oldukça rahatsız edici birtakım belirtilerle yaşanan bir ruhsal tablonun adıdır. Deprem, grizu, sel, yangın, kaza, savaş gibi sarsıcı olayların hepsi insanlarda travma yaratabilecek türden olaylardır.
Böylesi felaketlerde en şiddetli travmatik etkinin enkaz altında kalıp kurtarılanlarda ortaya çıkması beklenir. Daha sonra sırasıyla yaralananlar, yakınlarını kaybedenler, kılpayı kurtulanlar, mağdurların yakınları, arama kurtarma ve müdahale çalışmalarında yer alanlar ve nihayet maruz kalmasa da yaşananlara canlı veya medya aracılığıyla tanık olanlar etkilenirler. Tüm bu gruplardan herhangi birinde yer alıp da daha önce ruhsal açıdan örseleyici deneyimlerden geçmiş olanların, travmatik etkiyi diğerlerinden daha güçlü yaşamaları yüksek olasılıktır.
TRAVMATİK ETKİYE BAĞLI BELİRTİLER
Travma yaratan bir olaya bağlı olarak yaşanan tepkileri birkaç boyutta gruplamak mümkün:
Duygusal boyut: Geçici şok, şaşkınlık, korku, güvende hissetmeme, öfke, suçluluk, başkasını suçlama, çaresizlik, umutsuzluk, hissizlik…
Zihinsel boyut: Kafa karışıklığı, olayla ilgili anıların rahatsız edici sıklıkta akla gelmesi, olayın tekrarlanacağı korkusu, dikkati toplayamama, karar verememe, genelleyici düşünceler (Her şey mahvoldu vb.) ve unutkanlık…
Fiziksel boyut: Gerginlik, yorgunluk, uyuma güçlüğü, psikolojik ağrılar, kalp atışlarında düzensizlik, bulantı, iştah artması veya azalması, irkilme, tedirginlik, tahammülsüzlük…
Sosyal boyut: İnsan ilişkilerinde huzursuzluk, güvenememe, yalnız kalma isteği, aşırı yargılayıcı olma, ilgisizlik, kırılganlık…
Bu tür belirtiler çoğu kişi için başta çok yoğun yaşanır ancak aradan zaman geçtikçe, genelde bir ay içinde, yavaş yavaş azalarak normal seviyeye döner. Bazı kişiler ise olaya maruz kalma derecesine ve olaydan önceki hayatlarında yaşadıkları örseleyici deneyimlere bağlı olarak daha uzun süreli travmatik stres belirtileri yaşamaya devam edebilirler. İlerleyen zamanda bu kişilerin profesyonel desteğe ihtiyacı olacaktır.
İKİNCİL TRAVMAYA DİKKAT!
Depremden sonra bir haftayı geride bıraktığımız şu dönemde bütün ülke bu gündemle yoğun şekilde meşgul olmaya devam ediyor. Bunun böyle olmasında anormal bir durum yok. Ancak sürekli deprem haberlerine, dehşet verici felaket ve ölüm görüntülerine maruz kalmak insanlar üzerinde “ikincil travma tepkileri” dediğimiz bir etki yaratıyor. Bu etki, travmatik stres tepkilerinin tıpkı maruz kalanlar gibi hissedilmesi anlamına geliyor.
Şu dönemde birçok kişide depremle birlikte ortaya çıkan isteksizlik, iştahsızlık, uyku problemleri, üzüntü, karamsarlık, iş yapmakta zorlanma, kendi yaşam şartlarını mağdurlarınkiyle kıyaslayarak utanç ve suçluluk duyma, yetersizlik, çaresizlik, öfke gibi yakınmalar hissediliyor.
STRES BELİRTİLERİNİ AZALTMAK, NORMALLEŞMEYİ HIZLANDIRMAK
Travmatik bir olayın etkileriyle baş etmenin en kötü yolu, yaşananları unutmaya çalışarak konuşmaktan kaçınmaktır! Zira böylesine güçlü deneyimlerin unutulması mümkün değildir; acı verici olmaktan çıkarılması ve hatta bunlardan güçlenerek çıkılması mümkündür. Ancak travmanın insanı güçlendirici bir deneyime dönüşmesi, ilk zamanlarda mağdur tarafından algılanamaz ve anlamlı bulunamaz. Bunun mümkün olabilmesi için daha uzun bir zamana ve baş etmeye yardımcı olabilecek “doğru” bakış açısı geliştirmeye ihtiyaç var.
Bir felaketin yaşattığı travmatik tepkileri azaltmak ve normale dönüş süresini kısaltmak için ilk etapta atılacak adımları kısaca sıralayacak olursak;
– Kendinizi mümkün olduğu kadar güvende hissedebileceğiniz bir noktada gerekirse yakınınızdaki kişilerden destek alarak sakinleşmeye çalışın.
– Eviniz hasar gördüğü için yıkılmış veya hasar almış olabilir. Siz dışarıda, derme – çatma bir yapının içinde veya çadırda olsanız bile hayatın devam ettiğini ve bu durumun sonsuza kadar böyle devam etmeyeceğini hatırlayın.
– Mümkün olduğu ölçüde etrafınızdaki insanlarla yardımlaşarak günlük hayatınızı ve özbakımınızı sağlayabileceğiniz bir düzen oluşturabilirseniz “kontrol” duygunuz güçlenir.
– Şu an her şey daha zor görünse de umudunuzu asla kaybetmeyin. Daha önce başkalarının da böylesi olaylara maruz kaldığını ve hayatını yeniden kurduğunu hatırlayın.
– Yalnız değilsiniz. Şimdi bütün ülkenin tek yürek olmuş vaziyette sizin yanınızda olduğunu fark etmeye ve bundan güç almaya çalışın.
– Yaşadığınız duygu ve düşünceleri paylaşın. Sahaya gelen uzmanların yardımına ve tavsiyelerine açık olun.
– Önceden size iyi gelen; en yakındaki bir doğal ortama gidip kısa gezinti yapmak, varsa bahçeyle, çiçekle ilgilenmek, mümkünse bir oyun oynamak (top, tavla vb.) gibi bazı basit faaliyetler yapın. Bundan asla suçluluk duymayın. Kendinizi ayakta tutmaya çalışmanızın kimseye zararı olmaz. Bu, kayıplarınıza yaptığınız bir saygısızlık da değildir.
Hayatın bir gerçeği acı verici olaylara maruz kalmak olsa da acı, aynı zamanda bize kendi gücümüzü fark ettirir. Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi bizler “acıyı bal eyleyenlerin” ülkesiyiz. Henüz hiç kimseler yokken birbirimizin yardımına koşuşumuz tüm azametiyle ortaya koydu ki; bizler birbirimizi iyileştirecek ve hayatı hep beraber, el ele, omuz omuza tüm güzelliğiyle kucaklayacak güçteyiz.