Ahmet Tatar
Buna CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Halkın hayatına kast etmenin helalliği olmaz” diyerek karşılık verdi.
Konu çeşitli boyutları ile tartışılmaya devam ediyor..
Erdoğan’ın sözlerinden, sadece Adıyamanlılardan helallik talep ettiği anlaşılıyor.
Depremden etkilenen diğer 9 ilden böyle bir helallik talep oldu mu, bunu duymadık.
Olmadı yada olmayacaksa bu 9 ilde depremden sonra yapılması gereken her şeyin yerinde ve zamanında yapılmış olması ve herhangi bir sorunun yaşanmıyor olması gerekirdi.
Ama maalesef böyle bir durum söz konusu değil.
Öte yandan Cumhurbaşkanlığı, en yüksek kamu hizmet makamıdır. Cumhurbaşkanı da sonuçta bir kamu hizmeti yapmakla görevlidir.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “helallik” istemesinin iki anlamı olabilir.
Birincisi İslami anlamda helallik isteme ki, gündelik hayatımızda sık sık karşılaştığımız ve insanlar arasındaki maddi, manevi alışverişlerde kullanılıyor.
Çoğunlukla, ya ödenen bir bedelin yada yapılan bir iyiliğin karşılığının tam olarak verilememiş olma ihtimali üzerinden baştan af dilemek anlamına geliyor.
Kul hakkının vebalini yüklenmemek, bu veballe Hakk’ın karşısına çıkmamak amacıyla karşı taraftan helallik talep ediliyor.
İkincisi ise, kanunen yüklenilen bir görevin, layıkıyla yerine getirilememiş olması nedeniyle muhatabından af dilemek anlamında kullanılıyor.
Anayasasında hala “Laik” olduğu yazan bir ülkede kişiler görevlerinin, sorumluluklarının gereğini yerine getiremedikleri zaman daha önceden belirlenmiş cezalarla karşılaşırlar.
Ceza vermek veya affetmek devletin tekeline bırakılmıştır. Kişiler ancak şikayete bağlı suçlar bağlamında belirleyici olabilirler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuşmasında İslami boyutu ile helallik talebinde bulunduğu anlaşılıyor.
Bu tarafı ile ele alınsa bile, helallik verilmesi ile kişi sadece kendi haklarından vazgeçtiğini beyan eder. Bunun işlenen fiili helal hale getirmesi mümkün değildir. Yani sorumluluk ortadan kalkmaz.
Mesele sorumluluğun hesabının hangi makama verileceğidir.
Elbette inanan insanlar için herkes asıl hesabı Hakk’ın huzurunda verecektir.
Fakat demokratik, laik, modern devletlerde herkesin tabi olduğu yasal ve anayasal süreçler söz konusudur.
Herkes yaptıklarının, yapamadıklarının hesabını hukuk karşısında verir.
Şimdi, deprem ile ilgili bilimsel veriler ortadayken, nerede, hangi periyodlarla, hangi şiddette depremin olabileceği biliniyorken gerekli tedbirler alınmamıştır.
Resmi rakamlara göre 45-50 binin üzerinde vatandaşımız canını kaybetmiş, yüzbinlerce insanın evi ocağı darmadağın olmuştur.
Bu durum karşısında topluca yapılan helallik talebinin geçerliliği ne olabilir ki?
Olumlu tarafından bu helallik talebini kusurun kabulü, hatanın ikrarı olarak alabiliriz.
Ancak, ardında istifa gibi bir süreç yoksa, “Ben verdiğiniz görevin gereğini yerine getiremedim, affınızı isteyerek çekiliyorum. Daha layık olan için makamı boşaltıyorum” denmiyorsa bunun ne anlamı var?
Üstelik Cumhurbaşkanı en yüksek makamda bulunan bir kişi olarak bu yolu açarsa, vatandaş aşağıda görevini suiistimal eden hangi bürokratın, hangi memurun yakasından tutacak?
Kimden, nereden ve ne zaman hakkını talep edecek?
Hasılı, Cumhurbaşkanının helallik talebi bana, 15 Temmuz FETÖ kalkışmasından sonra söylediği şu sözlerini hatırlattı:
“Her şeye rağmen, bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içerisindeyim. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin”
Sanki yıllarca birileri, bu hain örgütün gerçek yüzünü belgelerle ortaya koymamış gibi.
Sanki bu örgütün nasıl çalıştığı, ne yapmaya hazırlandığı anlatılmamış gibi.
Sanki kendileri “Ne istedilerse” vermemişler gibi…