Yardım ve ticaret kavramlarının birbirine karıştığı ortamda ortaya çıkan eksiklikleri kapatmak için çırpınanlar, çayını yudumlayarak olanları izleyenlere varlığını anlatmak ve ne yaptığını açıklamak için çırpınıp durdu. Ama her şeye rağmen depremin ilk gününden itibaren dayanışma için kurulan yapıların oldukça etkin bir çalışma ortaya koyduklarını gördük. Bunların bazıları coğrafik aidiyetin gereksinimleriyle hareket ederken bir kısmının da varlık gerekçesiydi dayanışma. Bölgeye kadar gitmeye erinmeyerek, fosforlu yelek giyip fotoğraf çektirerek dönenleri de bir kenara yazmak gerekiyor. Bu deprem bize her çabanın çapaklarına maruz kalınmasının kaçınılmaz olduğunu da bir defa daha hatırlatmış oldu. Bunu göz ardı edebiliriz. Ancak bu deprem bazı yapıların varlık gerekçesini sorgulamamızı da artık kaçınılmaz hale getirdi.
Mesleki örgütlenmeler anlamında ilginç bir süreç yaşadık. Özellikle odaların ve benzer mesleki yapıların devletle kurdukları organik bağ gereği “tır kaldırmak, koli istemek, bağış için iban göndermek” gibi medyada görünen aktiviteler bağlamında depremle varlıklarını ilişkilendirdiğini gördük. Ancak bunların çoğunun varlıkları sahada kendini göstermeyince toplumsal dayanışma anlamında buruk bir görüntü de kaçınılmaz hale geldi.
Yine de bizim açımızdan en dikkat çekici ayrıntı, kültür, sanat ve edebiyat çevrelerinin olaylar karşısında sergilediği tutumdu. Bizi doğrudan ilgilendirdiği için edebiyat ortamına büyüteç tutmamız kaçınılmaz. İletişim alanları aracılığıyla dayanışma içinde hareket ettikleri görünen edebiyatçıların bir bölümünün, duyarlı davranışlarıyla depremin ilk gününden itibaren bölgedeki insanların sorunlarını evlerine, hatta sofralarına dek taşıdıklarını gözlemledik. Bir kısmı olaylardan doğrudan etkilenen edebiyatçıların bazıları dolaylı olarak etkilendiği bu hadisede insanları yalnız bırakmayacağını anbean ortaya koydu. Bir hayli yüksek bir sayıya ulaşan edebiyatın duyarlı isimlerinin aksine her durumda dayanışma için kurulduğu bilinen demokratik kitle örgütleri ise pek ortada görünmedi. Türkiye Yazarlar Sendikası, Pen, Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Birliği gibi geniş kitlelerce desteklenen yapıların deprem hiç yaşanmamış gibi varlığını sürdürmesi ya da romantik bir iki etkinlikle durumu geçiştirmesi kuşkusuz yöneticilerin tercihi olarak karşımızda duruyor. Yoksa yüz küsür edebiyatçının kendi bütçelerinden ayırdıklarıyla bile yardım edebildikleri ve deprem sürecini günbegün mümkün olan en yakın mesafeden izledikleri bir ortamda yapıların duyarsızlığı başka türlü nasıl açıklanabilir ki?
Konuyu edebiyat olarak belirlemiş demokratik kitle örgütlerinin güncel olarak çay yudumlayıp izlediği tek konu da bu değil elbette. Yazar ve şairlerin sorunlarıyla ilgili ne yaptıklarını anlayamadığımız bu yapıların güncel diğer sorunlarla da ilgilenmediğini söylemek kaçınılmaz. Örneğin yine yüz küsür şair ve yazarın imzasıyla itiraz ettikleri PTT kargo zamları meselesinde de bu yapıların sesini duyamıyoruz. Bir kitap veya dergi için kargo maliyetinin söz konusu ürünün satış fiyatını aştığı bir durum var ortada. Bu da artık kitap ve dergilerin okurla buluşamaması, yani son kalenin de yıkılması demek. Bu konuyu daha önce okurla kitabın ilişkisini koparan yaratıcı bir çözüm olarak kaleme almıştık zaten. Görünen o ki edebiyatçı her zamanki gibi yazmak kadar yazdıklarını okurla buluşturacak ayrıntılar için mücadele etmeye devam etmek zorunda. Çünkü ülkemizde demokratik kitle örgütü olarak kurulmuş bir yapıda görev almak sorumluluk bilinci olarak değil, kariyer planının bir bölümü olarak ele alınıyor. Pen üyesi olduğunuzda ya da Türkiye Yazarlar Sendikası’nda yönetici olarak görev aldığınızda edebiyat açısından daha önemli bir konuma geldiğinizi toplum bile onaylıyor. Bu durumda konunun muhatabı haline gelen kişi buna nasıl inanmasın ki!
Edebiyatı içeren bir dayanışma için kuruldukları bilinen bu yapılarda görev alan yöneticilerin varlık gerekçesi ve amacı tam olarak nedir? Belki bu konularda bir açıklama yaparlar. Kim bilir!