Yüklendiği imgeler, yarattığı algı, bıraktığı izlenimler ve toplumun duygu durumuna etkisi bakımından mart ayını farklı bir yere koyabiliriz. Ama keşke nereye koyduğumuzu unutmasak, sonra bulması güç oluyor. Meyve hoşafı günü, muzlu pasta günü, takma diş günü gibi saygınlığı asla tartışılmayacak, toplumun ortak çıkarlarına hitap eden ve şafak cetvelleri eşliğinde gelmesini umut ettiği günleri saymazsak toplumun dikkatini çeken iki buçuk gün üzerinden körelen algımızı yeniden bilememiz gerekecek.
Emek olgusunu istismar ederek varsıl yaratan sömürgeci düzenek, tasarladığı yoksuldan zengine para akışı modeli üzerinde örselenme yarattığı için temel haklar, özgürlükler gibi kavramlardan pek hazzetmiyor. Ama biz bunu anlayabiliriz. Bu kadar anlayışlı bireylere dönüşmemiz ilkesizliğin olağan akışı içinde kendine bir tanım bulabileceği gibi bencilliğin onulmaz özellikler kattığı yalnızlığımızla da açıklanabilir. Oysa sevgili dostum Friedrich Nietzsche’nin de dediği gibi yalnızlığı güvenli bulmakla toplumsal gereksinimleri dışlamak arasında bencillik göstergesi içiren bariz farklılıklar olmalı. Bu düşüncenin taraftar toplamasını önlemenin tek yolu bu cümleleri kuran insanları kötü göstermek olabilirdi. Varsılı büyütmeye odaklanmış ideoloji, sonunda sendikaları bile ele geçirerek parası olanı koruyan sloganlar bularak bunun felsefesini bile üretti. Ancak yaşanan bazı olaylar temel hak ve özgürlük vurgusunun körelmesine her defasında engel oldu. Tarihte bu yankıyı en yaygın hale getiren örgütlenmeyi ise sömürgecilik ilkesinin toplum içinde en çok korktuğu kesim tarafından gerçekleştirildiğini gördük.
İşin özü emperyalistler kadınlardan da hiç hazzetmiyor. Kadınların genetik kodlarına işlenmediği için bir türlü geliştiremedikleri pes etme dürtüsü, emperyalizmin en temel sığınağıyken 129 kadının yanarak can vermesiyle oluşan tepkiler toplumcu öğretinin modellemesiyle uluslararası bir kadın dayanışma günü ortaya çıkmış oldu. Bu bilgi sosyal medyada ne zaman paylaşılsa pek çok insan bundan haberdar olmadığını tekrarlamaya devam ediyor. Kadınlar gününün bir anma mı, yoksa bir kutlama mı olacağı tartışıladursun üstünden emek ibaresinin kaldırılması, kadınlara çiçek ya da hediye alma gününe dönüştürülmesi, taksit, hediye kampanyaları düzenlenmesi gibi etkinliklerle günün itibarsızlaştırılması gibi uygulamalar her yıl düzenli olarak uygulanarak toplumun bir kesimine adeta gözdağı veriliyor. Bir yanda “Emekçi Kadınlar” vurgusuyla haksızlığa karşı her günü mücadeleye dönüştürmüş kadın ve erkeklerden oluşan bir grup insan var ve köşeleri elinde tutanların pek alan açmadığı o insanlar aslında her günü bir mücadele alanı gibi kullanarak bunu bir yaşam biçimi haline getirmiş durumda. Karşılarında ise kadın, hak, özgürlük gibi sözcüklerden sıdkı sıyrılmış bir başka kesim ve fazladan iki parça eşya satmaya, iki pozla dikkat çekmeye çalışan “marketing” tayfası bulunuyor. 8 Mart, marketing olgusu için bir fırsat, bütçe için huzursuzluk dolu bir gün şeklinde geçerken bunu bir mücadele gününün ses yükseltme çabası olarak ele alanlar için üzüntülerini ve acılarını bileyen bir gün olarak geçtiğini görüyoruz. Her ne gerekçeyle olursa olsun mücadele eden insanlar 9 Mart sabahına biraz yorgun uyanıyor.
Yorgun insanların yalan söyleme eğilimleri de artıyor haliyle. Yalan her zaman çok kötü bir şey olmayabilir. Friedrich Nietzsche’nin dostum olduğunu söyleyerek yalan söylemiş olmam yaşamaya dair direnç alanlarının teker teker kırıldığı gerçeğini değiştirmiyor. O sözü Nietzsche’nin söylememiş olması da böyle düşünmediği anlamına gelmez. Yorgun insanların 8 Mart’ı 18 Mart’a artık bağlayamayan iradesi her geçen gün on günlük mesafenin daha da uzaması gibi sonuçlar ortaya çıkarmaya başlıyor. Toplumun duygusal algısını ele geçirmesi kaçınılmaz olan 18 Mart’ın yüklendiği derin anlamlar tüm ayrışma çabalarına rağmen toplumun tamamına yakınını etkileme özelliğine sahip. Çanakkale şehitliğini gezmek gibi bir etkinlikle desteklendiğinde tüm ideolojik saldırıları yenilgiye uğratacak duygusal derinliği oluşturabilen şehitler günü ve Çanakkale zaferi olgusu, toplumsal fenomenlerin biçimlenmesinde belirleyici bir rol oynuyor. Ancak bir süredir mart ayları, yemeği beğenmediği için çocuğuna askerlerin yemek listesini gösteren anne ve babaları bu defa farklı şeylerle sınıyor. Toplumun üstüne bir çığ gibi yığılan yoksullaşma hızı bu defa tüm kutuplaşmaları da gölgede bıraktı. Toplumu ayakta tutan dinamiklerin 8 Mart’ın dirençli gücünü 18 Mart’ın çarpışan mermilerine bağlanmasına direnen bir yaşam biçimini dayattığı artık dikkatlerden kaçmıyor. Oysa yaşam Mart’ın baktırdığı her kapıyı ortak bir koridorda tutmak için farklı yollar göstermeye devam ediyor.
21 Mart’ta ise artık halkın haberdar bile olmadığı, şairlerin kendi arasında kutladığı ve aslında toplumsal mücadelenin ışığı olması gereken bir günü kutlarken bu defa koridordaki kapıları aynı anda açmak zorundayız. Çünkü yalnızlaştıkça aç kaldığımız günler de geride kaldı. Artık sadece ölüyoruz.
icemdogru@gmail.com