Estetik algıyı biçim ve görsel kavrayışlar açısından ele almanın aklın sınırlarıyla açıklanamayan yanları bıkkınlık vermiş olabilir. Ama hiç kuşku yok ki bizi mutlak ve lokal otoritenin hedeflediği sonuçlar yönetiyor. Süreç ise tanıklığını yapmadan yitirdiğimiz bir aralıktan daha fazlasını temsil etme yetkinliğini çoktan terk etti.
Görsel kavrayışın içgüdüsel bir eylem olduğu düşüncesine sırtımızı yaslamaktan hoşlandığımız apaçık ortada. Çünkü içgüdü hem bizi sorumluluktan kurtarıyor hem de içini çok daha geniş bir yelpazeden beslediğiniz parametrelerle doldurma şansı veriyor. Peki bir davranış ya da tepki içgüdüsel bir eylemi temsil etmiyorsa buna hangi anlamlar yüklenebilir? Bu durumda kuşkusuz sınırlar daralıyor. Haliyle öğrenilmiş, belki de dayatılmış davranışlar üzerinden ilerlemek ve hiç de sevimli bulmayacağımız bir kavramla yüzleşmek zorunda kalabiliriz.
Amerika’da birkaç yılda bir köpürtülen ırkçılık hadisesi bizim açımızdan ilginç saptama ve sağlamaları temsil ediyor. Her şeyden önce kendimizi bu teraziye koyup nedense bu testten memnun ayrılıyoruz. Çünkü dışımızda gelişen ayrımcılıkları kamuflaj olarak kullanmak gibi bir hünerle donatıldık. Hatta alıntıları da seviyoruz bu açıdan. Antony Hamilton bunu şöyle ifade ediyor: “Egemen sınıf bizleri ırkçılığın eşyanın tabiatına uygun bir fikir olduğuna inandırmak ister, ama bunun gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Irkçılık tarihte maddî temeli olan bir ideolojidir. Kökenleri Atlantik ötesi köle ticaretine kadar götürülebilir. “Irk” ve ırkçılığın yaratılışı yeni kapitalist sınıfın büyümesi ve hakimiyet kurmasıyla el ele gitmiştir.” Ne dediğine bakmadan Hamilton’a kanımızın ısınması bundan mı yani? Hay aksi!
Bir grup insan bir başka grubu ‘alt seviye’ olarak ilan ettiğinde düşünülenin dışında bir estetik algı da oluşur mu mesela? Amerikalılar siyah benizlileri ötekileştirdikçe daha çirkin sanmaya başlamış olabilirler mi? Daha çirkin ve daha güzel kavramları içgüdüsel midir, edinilmiş bir davranış değişikliği mi içermektedir? İdeolojiyi insana tercih eden her aşağılık düşünceye kendi hayatımızdan karşılıklar yaratıp sahip çıkmak bundan mıdır? Türk’ün Kürt’e saldırdığı durumlarda işin savunmasına Kürt’ün Türk’e saldığı kayıtları eklemek de bundan mı? İnsanlık artık kendini koruyamıyor. Baksanıza, ne çok düşmanı var, nasıl korusun ki kendini? Bir şeyin diğerine üstün olmadığını bildiği halde ideolojik ya da kişisel çıkarlar gereği böyleymiş gibi davrananla ayrı husumetimiz var, buna gerçekten inanıp ömrünü insanlığa zarar vermeye adayanla ayrı. Hangi biriyle, nasıl baş edeceğiz? Bizi de pahalı ayakkabı düşleri ve kredi kartı borçlarıyla donattılar.
Kişinin kendi tercihiyle belirlemediği ve geliştirilmeye açık bir niteliği temsil etmeyen her kategoriye bir veri olmaktan öte anlamlar yüklendiğinde bir kapı bir koridora gönlünü açar. Ama o koridorun ucundaki kapının toplumsal çıkarları tehdit eden yapısı orta vadede, güncel ya da tasarı aşamasındaki mutlak otoritenin tercihleriyle biçimleniyor ne yazık ki! Yoksa etnik kimlik üzerinden kodlanmış düşmanlıklarla beraber, inanç ve sınıf ayrımları varlığını nasıl koruyabilir ki?
icemdogru@gmail.com