FAHRİ ÖZDEMİR
Jean-Paul Sartre’ın “Tabiki Fransa’yı seviyorum; onun için ölürüm de… Ama Özgürlük ve gerçeği daha çok seviyorum!” sözünü bilmeyen yoktur. Ve bu söz dünyadaki tüm devrimcilere kılavuz olmuştur.
Sartre’ın bu sözü yalnızca kendi ülkesi için değil, özgürlük için çarpışan tüm dünya halkları için de geçerlidir.
Şimdi anlatacağımız olay ise yukarıdaki Sartre’ın sözünden tam yıllar önce, Türk dostu Fransız şair ve yazar Claude Farrere ile Mustafa Kemal arasında gerçekleşmiştir.
Varın özgürlük ve bağımsızlık duygusundan doğan bu kardeşlik ve dostluğun büyüklüğüne siz karar verin.
18 Haziran 1922 Pazar günü yapılan Mustafa Kemal ile Claude Farrere görüşmesi yaklaşık iki saat sürmüştü. Claude Farrere Mustafa Kemal’le karşılaştığında çok heyecanlanmış, uzun süre konuşamamış, Mustafa Kemal’e olan saygı ve sevgisini elleriyle ifade etmeye çalışmıştı. Hatta sendeleyerek yere diz çökmüş, kendiliğinden gelmediğini, siyasal bir görevle gönderildiğini söylemişti. Mustafa Kemal’de bir yandan kendisini saygıyla yerden kaldırmaya çalışmakla beraber, kolonya serperek rahatlatmaya çalışmıştı. Ancak Claude Farrere’in bu ilk karşılaşmadaki sözleri ve Mustafa Kemal’in cevabı bir hayli soğuk hava estirmişti. Claude Farrere baygınlığı geçer geçer geçmez Mustafa Kemal’e özetle şunları söylemişti: “Ekselans senin yaptıkların, Padişah ve eski rejim aleyhinde yaptıkların korkarım ki senin gibi büyük bir adamı muvaffakiyetsizliğe sevk eder. Seni seven bir insan sıfatıyla rica ederim, bunları yapmayın. Bu takdirde bütün dünya nazarında büyük olacak ve büyük kalacaksın. Türkleri ve seni çok seven bir insan sıfatıyla senden bunu rica ediyorum.”
Bu sözler karşılıklı taraflar arsında soğuk bir havanın oluşmasına neden olmuş ve Mustafa Kemal şu sözlerle yanıt vermiştir: Sayın Claude Farrere, çoktan beri sizin isminizi işitmekteyim. Ben sizin isminizi işittikçe daima diğer bir ismi de hatırlarım ki o da Pierre Loti’dir. Her ikiniz Türk milletine ve Türklüğe büyük bir sevda ile bağlı tanınmış bulunuyorsunuz. Sizinle mülakatımda şimdi söylediğiniz sözleri değil, başka türlü sözler işitseydim asla acı duymayacaktım. Örneğin siz bana, biz şairler diyebilirdiniz, biz şairler tüm dünyada güzel duygular yaşatmak için, bütün insanları ince ruhlu yapmak için büyük hayallerimize geniş kanatlar takarak yazı yazarız. Bu yazılarımıza en temiz ve en canalıcı konuları Türkiye’de bulduk. İçlerine asla girmediğimiz kafesler arkasında gizli bir muamma zannettiğimiz hayali, ahenkli, mest, müstağrak, sanki dünya geçmiş gibi görünen hassasiyetli vaziyetlerde gördük deseydiniz, nihayet bir şair olduğunuz için sizi mağzur görürdüm. Fakat sizin bana söylediklerinizi esasen kafanızın içinde yeri olmayan ve affınıza sığınarak söylüyorum ki benim kafamdakileri anlamaktan çok uzak bulunduğunuzu anlatır tarzda size yakışmayan, sizin vasıflarınızla mütenasip görünmeyen sözlerin kaili olmanız beni size karşı ne vaziyet alacağımda mütehayyir kıldı.
Claude Farrere bunun üzerine başkalarının isteğiyle söylediği sözleri için Mustafa Kemal’den kendisini affetmesini rica etmiştir, Türk dostluğunda gerçek yolu izleyebilmek için Mustafa Kemal’den en doğru hareket tarzını göstermesini istemiştir. Ayrıca kendisini politikaya karıştırdıkları için üzgün olduğunu, bunları kendi samimi duyguları ve arzusuyla söylediğini ve Mustafa Kemal’in de artık o gözle bakmasını istediğini ifade etmiştir. Mustafa Kemal de bu durumun daha fazla üzerinde durmayarak Claude Farere ve eşrafa şöyle seslenmiştir:
“Efendiler, aziz muhterem dostumuz Claude Farrere’i, memleketimiz sulh ve sükuna mazhariyetinde kabul etmekle çok müftehir olacaktır. Eğer bugün buna muvaffak olmamış bulunuyorsak bu husustaki kabahat bizde değildir. Ona memleketimizin her köşesini göstermek, her köşede kemali tevekkül ve masumiyetle ve fakat kalbinde iman ve hissi gurur ve istiklal ile tarlasını süren, koyunlarını güden vatandaşlarımı yakından tanıtmak isterdim. O vakit muhterem dostumuz Türkiye’yi, Türkiye halkını daha çok sevecekti. Ve o vakit böyle bir milletin istiklaline taarruz edenlerin ne kadar bi his ve ne kadar bi insaf olduklarını daha derin bir surette takdir edebilecekti.”
“Efendiler, samimi dostlar sevdikleri tarafından bir işkenceye mahkûmdurlar. O işkence sevdiklerinin dertlerini dinlemektir. Kıymetli dostumuz bu dakikada o vaziyette bulunuyordu. Pek çok arzu ederdim ki bu acı hakikatleri müfessiri olmaktansa dostumuza şataret bahş sözler söyleyeyim. Fakat bizi mazur görsünler. Biz hayat ve bağımsızlık için savaşan ve bu kanlı savaşlar karşısında bütün medeni dünyanın duygusuzca seyirci kaldığını görmekle içi kan ağlayan insanlarız.”
Mustafa Kemal konuşmasını alkışlar içinde tamamlamıştır. Daha sonra Claude Farrere ayağa kalkarak teşekkür edip özgür ve bağımsız Türkiye’nin büyük komutanını, ordusunu ve Anadolu halkını selamlamakla daima onur duyacağını söylemiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:
“Paşa hazretlerinin irat buyurdukları necip, ulvi efkâra tarafımdan ilave edilecek bir şey yoktur. Bu efkâra bütün varlığımla, bütün kalbimle katılıyorum. Kendilerinin söyledikleri gibi İstanbul’u ziyaret ettim. Fakat bu ziyaret beni çok üzdü ve kalbimi dağladı. Bu eşsiz ve güzel şehri yabancıların süngüsü altında gördüm. Bu durum benim için gayet hazin bir manzara teşkil ediyordu.”
“Bu milletin hürriyet için ve hürriyetini muhafaza için ölmeye ve tek bir azimle yaşamaya karar vermiş olan bir millet olduğunu gördüm. Fakat gördüğüm şey bunlardan mı ibaretti? Hayır. Başka bir şey daha gördüm. Bu gördüğüm şey kalbimi ümit ve mahzuziyet ile doldurdu. Bu halk, bu millet tek vücut sağlam, sebatkâr ve kavi bir hükümeti milliyeye malik ve kavi bir komutan tarafından idare ediliyordu. Bütün bu ahval bu milleti zafere varacağına hiç şüphe bırakmıyordu. Acaba gördüğüm şey bunlardan mı ibaretti? Başka bir şey daha gördüm o da hak ve adaletin kendisinin olması idi. Ve bu millet hak için harp ediyordu. Düşmanları zalim ve alçak adamlardan ibaret bulunuyordu. O düşmanlar ki amaçları hasis ve çirkin menfaatten başka bir şey değildir. Fakat özgürlüğünü korumak için ölen, kanını döken bir ulusu hasis ve menfaat takip eden düşmanlar hiçbir vakit yenemezler. Daha başka bir şey söyleyeyim. O da, yalnız kendilerinin bu hakka sahip olmaları değil, aynı zamanda büyük bir kuvvete malik olmaları hususudur. Cesur, metin bir surette idare edilen bu kuvvet zaferin en kuvvetli zamanını teşkil eder. Zatı Samilerine takdim edeceğim ihtirama ve takdire yalnız benim değil bütün Fransız halkının arzu ve duygusudur.”
Claude Farrere, ülkesine döndükten sonra Türk halkının haklı mücadelesini ve Mustafa Kemal’i uzun uzun yazar ve sözlerini aşağıdaki satırlarla bitirir:
“Karşımdaki bu büyük adamda gördüğüm yetenek, güven ve karakter o kadar büyüktü ve de bundan dolayı sözlerinde hiç şüphe aranamazdı. (…) O yüce bir dağa benzer. Bu dağın azametini kavrayabilmek için O’na iyi bakmalı. (…) Ve eğer Fransız olmasaydım, Yunanistan’a karşı, İngiltere’ye karşı, kısacası tüm Avrupa’ya karşı Ankaralı dostum Mustafa Kemal’in yanında savaşırdım.”
Bu dostluğun 100. yılında Mustafa Kemal ve Claude Farere bin selam olsun…
(Bu yazı Le Monde diplomatique Türkçe’nin, 1. sayısında yayımlanmıştır)