İsmail’in Veresiye Defteri
Öncelikle hepinize merhaba diyerek başlamak istiyorum sözlerime. İstanbullook.com’un eski bir gazeteci, yeni bir esnafa sunduğu bu sütunlardan sizlerle buluşacağız hafta sonlarında. Hayatının 45 yılında yazar kasanın önünde ödeme yapan bir gazetecinin kasanın ardına geçtiğinde yaşadıklarını, öğrendiklerini, farkındalığındaki değişimi aktarmaya çalışacağım elimden geldiğince.
Her şey bir karşılaşmayla, bir buluşmayla başladı aslında. Tanışma demiyorum, çünkü çok ama çok eskiden beri birbirimizi tanıyorduk. Ancak bunu anlatmayacağım çünkü bu başlı başına bir kitap konusu olabilir. Ayrıca “deli” diye de damgalayabilirsiniz bizi. Bizce öyle değil ama olsun. Neyse, dönelim hikâyemize…
Söz konusu buluşmanın ardından öyle bir rüzgar esti ki, ben kendimi istifa etmiş bir gazeteci ve bu hayatta 45 yıl sonra buluştuğum kişiyle birlikte bir tatlı dükkanı açmış olarak buldum. Bu andan itibaren ilk kez yazar kasanın ardından bakmaya başladım dünyaya. İlk kez insanlar müşteri oldular benim için. Kısa sürede “Nasıl gidiyor işler?” sorusuna işler nasıl giderse gitsin kısaca “Çok şükür” denildiğini öğrendim bu yeni dünyada. Bir esnafın dükkân ve çalışan giderleri ile üretim maliyetlerinin ne kadar yüksek olduğunu gördüm. Kısa sürede kasanın önündeyken yaptığım tüm hesaplamaların çok yanlış olduğunu anladım. Tabii bir de ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumu çok daha net algıladım.
ESNAFLIK ÖYLE DEĞİL!
Öğrendim ki bir dükkân açıldığında en az bir yıl para falan kazanamıyorsunuz. Dükkan kendini çevirirse ne mutlu size. Tam bu noktada bir “çok şükür” diyeyim de esnaflığıma halel gelmesin. Devamında çeşit çeşit insan olduğunu gördüm bu hayatta. Elbette daha önce de biliyordum böyle olduğunu ama bir esnafın yaşadığı kadar bire bir diyaloglar ya da ilişkiler yaşamadığım için çok da farkında değilmişim aslında. Bir de müşteri velinimet olduğu için davranışlarınızı da ona göre şekillendiriyorsunuz. Yani bir iş yerinde çalışırken kimsenin nazını çekmeden, gereken tavrı koyma özgürlüğünüz olduğu gibi ast-üst ilişkisi sayesinde de zaten pek çok şeyin düzenli bir biçimde gitmesi sağlanıyor. Ama esnaflıkta öyle değil işte.
BAZEN YA SABIR ÇEKİYORSUNUZ…
Dükkâna gelip sizi boş yere azarlayandan tutun da kafadan çatlak olduğu için saçma sapan hareketler ya da muhabbetler yapana bile katlanmak zorunda kalabiliyorsunuz. Belki de daha çok yeni olduğumuz için böyledir. Her meslekteki gibi tecrübe arttıkça bu konularda da farklı çözümler üretiriz, kim bilir… Son derece zarif insanlarla yaşadığınız müşteri esnaf ilişkisinin yanı sıra kaba saba insanların kendileri gibi davranışlarıyla karşılaşıyor, bazen dudağınızı ısırarak sabır gösteriyorsunuz. İşte bu da benim 45 yaşından sonra yeni bir törpülenme dönemim oluyor diyelim. Gerekiyormuş demek ki. Her neyse, tabii ki arada çok komik, eğlenceli olaylar da yaşanıyor ve onları da sizlerle ilerleyen yazılarda elbette paylaşacağım.
Ama şimdi işin en zor yanını söyleyeyim. 45 yıl boyunca “müşteri” sınıfında olan biri olarak müşteriden para almak bu işin bizim için en zor yanı oldu. Öyle yüksek meblağlar falan olmamasına rağmen müşterinin yaptığı alışverişin ederini söylemek ve hayatı boyunca maaşla çalışmış biri olarak bir insandan para almak çok zor geldi ve geliyor. Herhalde bunu da aşarız zamanla. O zaman daha fazla uzatmadan bu ilk yazıya son verirken önümüzdeki yazılarda “veresiye defteri”nde biriken taze de olsa hatıralardan bahsetmek üzere hepinize iyi haftalar ve hayırlı işler diliyorum.