➤ Yazarlar

Sıkıntının şiiri aramızda

Sıkıntı kavramının edebiyata yansımaları, boş zamanın ve aylaklığın gövde bulduğu romantik dönemde başlar. Bu dönem yazılan romanların binlerce sayfa olması dikkat çekicidir. Yine de burjuva sınıfına özgüdür ve yaygın değildir.

 Aslıhan Tüylüoğlu

Varlığı ele gelmeyen, hissettiğimiz ama ifade etmekte zorlandığımız birçok duygu vardır. Her bir duygunun da farklı tonları, bambaşka şekillerde ortaya çıkan yanları, kişiden kişiye bile değişebilen ve her seferinde şekil değiştiren böylece sonsuza uzayan çeşitleri vardır.  Yine de bazıları bizim açımızdan daha kesin duyumsanır, sevinç, üzüntü, öfke bunlardandır. Bu duygular içinde olduğumuzu biliriz. Ama bir duygu vardır ki zaman zaman içine düşsek de onu tarif etmek ele geçirmek hatta nedenine ulaşmak pek zordur. Bu da sıkıntıdır. Duygulanımlar şiirlerde nesnelere dökülür, mecazlara çevrilir, karşılaştırmalar, aktarmalar yoluyla somutlanır. Bu somutlamalar duyguların farklı renklerini, o renklerin farklı tonlarını açığa çıkararak onların ifadesine dönüşür. Şiir ve edebiyatta en çok uğraşılan duygu durumu melankolidir. Bu, melankolinin içine öfke, coşku ve mutluluğu da alıp insanı bir üzüntünün içine bırakmasındandır. En az sıkıntı kadar o da ele gelmez. Yine de şairlerin yazmayı en çok yeğledikleri duyarlılıklar melankoliden çıkar. “Sıkıntıda, melankolinin cazibesi eksiktir. Melankolinin duyarlılıkla ve güzellikle sürdürdüğü geleneksel ilişkiden ileri gelen cazibe sıkıntıda yoktur. İşte bunun içindir ki sıkıntı estetler için o kadar da çekici değildir” diyor Lars FR. H. Svendson.(1)

Sıkıntı duygusunu arzularımızla hayatımız arasında bir bağ kuramadığımız, eylemlerimizin ve düşüncelerimizin sonuçlarına olan inancımızı kaybettiğimiz bir boşunalık duygusuyla yaşarız. Sıkıntı düşünce ve eylemi donduran bir varolamama sorunu ve bir tür uyuşukluk getirir. Bu uyuşukluk da eğer beraberinde bir eylemsizlik haline dönüşürse sıkıntı katlanarak artmaya başlar. Bir birey olarak yaşadığımız hayatın anlamını yitirmek ve üstümüze giyindiğimiz kimlikle uyuşmaz hale gelmek sıkıntıyı bir baş belası olarak ortaya çıkarır. “Sıkıntı çoğu kez istediğimiz bir şeyi yapamadığımız ya da istemediğimiz bir şeyi yapmak zorunda kaldığımız zaman ortaya çıkar.” (2) Bu da modern dünyanın hemen hemen hepimizi bu duruma soktuğu en çarpıcı işleyişidir aslında.

Sıkıntı kavramının edebiyata yansımaları, boş zamanın ve aylaklığın gövde bulduğu romantik dönemde başlar. Bu dönem yazılan romanların binlerce sayfa olması dikkat çekicidir. Yine de burjuva sınıfına özgüdür ve yaygın değildir. Moderniteyle bireyin öne çıkması ve bireyin kendi hayatının öznesi olmak istemesi beraberinde toplumda artan bir sıkıntıyı getirir. “Öznellik sıkıntının zorunlu, kurucu bir koşulu olsa da tek koşulu değildir. Sıkılmak için öznenin kendini az çok bir birey olarak kavrayabilmesi gerekir. O zaman dünyaya ve kendi öz kişiliğine ilişkin bir anlam talep eder. Bu anlam gereksinmesi olmaksızın sıkıntı var olamazdı”(3)

Sıkıntının olumlu olabilecek bir yanı varsa, o da, onu duyumsayan bireyin hayatını gözden geçirmesi ve kendini sorgulaması, varoluşunun anlamını araması, hayattaki amacını bulmak için eyleme geçmesidir. Günlük yaşam insanı hem sürekli tekrar eden bir döngüye sokup sıkılmasına sebep verirken bundan uzaklaştıracak, ilginç ve yeni gelecek tuzaklarla doludur. Teknoloji bizi edilgen bir tüketici haline getirip hayata etkin olarak katılmamızı engelliyor. Bu da anlam bakımından bizi geçersiz kılıyor. Sıkıntıyı geçici olarak giderecek nice eğlence, nice araç var ama günün sonunda yapayalnız kalındığında sıkıntı orada daha da büyümüş olarak kendini var ediyor. Günümüzde zaman dönüştürülen bir şey olmaktan çıkıp öldürülen bir şeye dönüşmüştür. Ama bu zaman öldürme aslında bireyin kendi sıkıntısından kaçmasından başka bir şey olmayıp daha da büyük tatminsizlik vererek onu sıkıntı çemberinde tutar.

Martin Doehlamen sıkıntıyı şöyle çeşitlendirir.

“1- Durumsal sıkıntı: Birini beklerken, dersteyken veya trendeyken olduğu gibi.

2- Doygunluk sıkıntısı: fazlasıyla aynı şeye sahip olduğumuzda ve her şey banallaştığında olduğu gibi.

3- Varoluşşal sıkıntı: Ruhun içeriği yoktur ve dünya boşa döner

4- Yaratıcı sıkıntı: İçeriğinden çok neticesi itibarıyla ayırt edilir. Kendimizi yeni bir şey yapma zorunluluğunda gördüğümüz gibi

Durumsal sıkıntıyı varoluşsal sıkıntıdan ayırmanın bir biçimi durumsal sıkıntının belli bir şeye ulaşma ve bunu elde etme arzusu içerdiğini, varoluşsal sıkıntının ise önceden arzuya sahip olma arzusu olduğunu söylemek olacaktır.” (4)

Sıkıntının şiirde melankoli gibi baş tacı edilmediğini söylemiştik. Belki sıkılan bir insanın kendi sıkıntısını fark etmesi ve bu sıkıntının üstüne gitmesi sıkıntı verici olduğu içindir. Sıkıntıyı belli belirsiz bir hoşnutsuzluk ve huzursuzluk olarak algılarız. Çoğu zaman da onun varlığını ele geçiremeyiz, nedenlerine ulaşamayız. Yine de zaman zaman sıkıntının ele alındığı şiirler, diğer durumların ve duyguların iç içe olduğu şiirlerde, hemen hemen her şair tarafından dile getirilmiştir.

Sabahattin Kudret Aksal, bizde de modernleşmenin kendini iyice hissettirdiği ellili yıllarda yazdığı bir şiirde sıkıntıyı çöreklendiği yerden çıkarmaya girişir. Yoksunluklardan, istek ve arzularımızın karşılanmamasından duyulan sıkıntıyı ifade eder,

SIKINTININ ŞİİRİ

“Yüreğin dolu sevmek istersin
Sevebileceğin kadın yok

Deniz görmek istersin mavi
Denizin mavisi yok

Konuşmak halleşmek dertleşmek istersin
İnanılacak dost yok

Başın döner tütünsüzlükten
Cebinde sigaran yok

Oturur sıkıntının şiirini yazarsın

             Varlık. 442. 15 Kasım 1956 s.5(5)

Bu sıkıntı daha çok yaşamsal gereksinmelerin karşılanmadığı, arzu ile gerçeğin uyuşmadığı durumun verdiği sıkıntıdır. Bir an gerçekleşmeyen bu isteklerin verdiği ağırlıkla onu somutlama ihtiyacının sonucu olarak şair sıkıntının şiirini yazmaya karar verir. Bu, içinde olunan sıkıntılı durumdan yani yapamadığı eylemlerin ağırlığından sıyrılıp onu en iyi bildiği biçim olan şiir yazma eylemiyle aşma çabasıdır.

Ahmet Erhan “Sıkıntı” adlı şiirinde kendi duygusal durumundan, sürekli çektiği acıdan sıkılışını kaleme alır. Bundan kurtulmak içinse kent değişikliğinde bulur çareyi. Ama acı da onunla birlikte gelir ve acı çekip durduğu için kendinden duyduğu sıkıntı da acısı gibi katlanarak trajik bir hal alır.

SIKINTI

“Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım
Acılar burdu düşlerimi
Kanıksanır oldu ölüm denen şey
Şaşırdım, ürktüm, ağladım.

Bu iş de burada biter
Yarın bir bilet almalıyım
Nerede olursa olsun diyerek
Gece yarısı kayıp giden trenler
Uykularımda koca bir engerek
Kendimi ölümün olmadığı
Bir dünyada bulmalıyım
Yorgunluğumu, tedirginliğimi
Boynumdan bir kement gibi çıkarmalıyım.

Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım”

1979” (6)

“Yoruldum her yol ağzında kendime rastlamaktan” diyen bir şair olarak Ahmet Erhan, biteviye acıyı hissetmenin verdiği bıkkınlıktan ve yorgunluktan kurtulmak ister. Acının da sıkıntının da nedeni belli belirsizdir. Daha çok dış dünyanın altında ezilen bireyin sürekli bir şekilde acı duyuşunun verdiği yaşam yorgunluğu ve bu yorgunluğun sebep olduğu sıkıntıdır söz konusu edilen.

Adında “sıkıntı” geçen bu şiirlerden Sabahattin Kudrettin Aksal’ın şiirinde özne,  sıkıntıyı tam olarak çözümlemiş değildir. Onu bir yanıyla ortaya koyarken gerçekçi bir çözümden söz açmaz. Daha çok sıkıntıyı durumsal olarak açıklar. Tütünün yokluğu gibi maddi nedenler yanında, öznenin kanaatine dayanan, aramaya çıkmadığı, yok saydığı yoksunluklar yani sevecek kadın, inanılacak dost, göğün mavisi… olmayışı öznenin algılayışından kaynaklanmaktadır. Ahmet Erhan ise biraz daha varoluşa eğilir, var olmanın, hayata anlam aramanın sürekli acı veren deneyimini yaşar. Bu hem bireysel ve hem toplumsal olaylardan duyulan acıdır. Varoluşsal bir sıkıntı olmakla beraber çözümsüzdür o da.  Bu çözümsüzlük de onu köşeye sıkıştırır ve sıkıntı verir.

Edip Cansever

Varoluşsal sıkıntıyı şiirimizde en çok işleyen Edip Canseverdir. Sıkıntı onda yaratıcılığa götüren bir yavaşlama ve anlama, anlam arama halidir. “Hava müthiş güzel bugün. sıcak, aydınlık ve saydam. Öyle ki uyduramıyorum kendimi ona. Benim giysilerim başka bugün. Sıkıntı, suçluluk duygusu, bir tuhaf acı.” der Melissa Gürpınar’a yazdığı bir mektupta Edip Cansever. Edip Cansever’in giysilerinden birinin sıkıntı oluşu şaşılacak bir şey değildir. Sokağa sıkıntı ile çıktığı gibi şiire de bir sıkıntı olarak girer. Otellerde bulur bu sıkıntıyı hatta insanın kendisi içinde var olan sıkıntıya dönüşmüş bir otelde konaklar. Aynı sıkıntı ile Ağustos kirlenir, çıkmazlanır. “Umutsuzluk Parkı”nın müdavimleri şehir yaşantısından bunalmış, toplumsal rollerinin ve yaşantılarının tekrarlamalardan oluşan hapishanelerinde sıkıntı içinde parklara atarlar kendilerini. Ruhi Bey varoluşunun altında büyük bir sıkıntı ile ezilirken kendini kaybeder.

Edip Cansever’in insanı, birey ve birey olma halini yaşayan insanlardır. Sosyal konumu ne olursa olsun, trajedisini yaşama biçimine göre girer şiire. Bu bireye bağlanarak, varoluşsal kaygı, yaşamın parçalanışı, yabancılaşma ve bütün bunların neden olduğu sıkıntı ana temalar olarak şiirlerde yer alır. “Hiçbir zaman bitmeyecek olan çelişkiler, kişiyi, hareketle hareketsizlik arasında bırakmaktadır. Bu olgu nesnelere de, şiirin dekoru olabilecek her şeye de yansımaktadır” şeklinde ifade ettiği, insanı hareketle hareketsizlik arasında bırakan şey başlıca bu sıkıntıdır. Edip Cansever’in şiirlerinde sıkıntının içerik olarak ele alınmasının yanında, bu içerik biçimce de desteklenir. Şiirlerin oldukça uzun oluşu, tekrarlar, adeta teatral bir şekilde insan, şiirin çevresindeki nesneleri düzenleyen ve dekor olarak seçilen mekanlarla oluşturulan atmosfer de sıkıntı olgusunu okura sunacak şekilde yapılandırılır. Sıkıntıyı betimlemez Cansever adeta ele aldığı şiir öznesinde oluşturur, yaşatır ve somutlaştırır.

Cansever sıkıntıyı çelişkide buluyor,  insanın arzuladığı yaşam ve sürmekte olduğu yaşam arasındaki çelişkide. Onun “Eylülün Sesiyle” adlı şiirine bakarsak bu sıkıntıyı da birey için gerekli gördüğünü görürüz. Çünkü onun anladığı sıkıntı bireyi yeni bir şey yapmaya yönelten bir sıkıntıdır. Martin Doehleman’ın sıralamasına yeniden bakarsak onun şiir öznelerinin varoluş sıkıntısı çektiği ama şairin kendi pratiğinde duyduğu sıkıntıyı “yaratıcı sıkıntı” kategorisinde elde ettiğini görürüz. Cansever’de sıkıntı onun yaratıcı bir etkinlik olarak şiir yazmasını tetikleyen güçtür:

EYLÜLÜN SESİYLE

“Baylar!
Bin dokuz yüz seksen birdeyiz
Karşınızda eylülün sesi
Ağustosa çekildi, eylülün sesi
Birazdan konuşacak
“Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar.”

Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği
Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim
Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği
Yosunların kapılara usulca
Tırmanıp yerleştiği
Yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar.

Yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk
Eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan
Upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden
Eylül ki, sorabilir mi
Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul
Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız
Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar.

Dahası
Bu düğmesiz giysileri şöylece giymek
Bir boşluğu giyinmek mi olur
Olsun
İşte karşınızda ekimin sesi
Kasımın sesi sonra
Yağmurun eşliğinde -çocuğunu emziriyor yaz-
Bundan böyle günlerimiz nasıl geçecek baylar.

Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.

Sonra bir kır kahvesi kendini okurken
Masaları toplanmış, bardakları toplanmış
Tam kendini okurken
Derim ki bir semti iyi tanımak kadar
İyi tanımalı dünyayı
Açın radyolarınızı: eylülün sesi
Bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var baylar.

Elmalar silik silik kırmızı artık -olsun-
Gözlerimiz tozlanmış, kirli
Gizlisi yok, bu dünyada böyle sıkılmak iyi
Sıkılmak iyi baylar
Biz hazır tuttukça böyle
İçi yangından alev alev
Dışı buz tutmuş kalplerimizi.” (7)

Sıkıntı’dan şiire çıkan bir başka şair de Veysel Çolak olur. Bütün çelişkileri, yanlışları, olumsuzlukları yaşayan, topluma, toplumdaki adaletsizliğe, bozulmaya duyarlı olmayan, kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen, sorgulamayan “insan” onun için büyük bir sıkıntıya dönüşmüştür. Bu nedenle çok canı sıkılarak, kıyasıya bu bireyi kendisi ve yanlışlarıyla yüzleştirmeye çalışır şiirlerinde. Onun da “Sıkıntı” adını verdiği, umutsuz bir bekleyişin uzamasının ve sevgilinin hiç gelmeyecek olmasını bilmenin verdiği sıkıntıyı anlattığı şiire bakalım:

SIKINTI

“Gene boşluk. Gene sessizlik uyandırdı beni.

Çiçekleri büyütmüş balkondaki serinlik

tek tek su damlattım hepsinin ağzına

birini uzun uzun kokladım, kelebekleri çağırdım

geç kalan kumruları da…, gelen olmadı

asıktı yolların yüzü.

 

Çürümeye başlamış sahipsiz kalan anılar

ev sıkıntılı, kitaplar üzgün

ne bugün, ne yarın, ne de sonsuza kadar

gelecek bir haber yok

bir rüzgâr işte, uğrayıp gitmiş.

 

Yazdıklarımı sildim, eğri büğrü kadınlar çizdim

nar çiçekleriyle boyadım yüzlerini

zamanı ezdim ama olmadı

bir kan pıhtısına döndü bulutlar

bir elma yemek isterken elimi kestim.

Yaşadıklarım bir kez daha geçti üstümden

gömleğimi ütüledim, kopan düğmemi diktim

ölümü düşündüm biraz, aynaya baktım

ben duymadım ama gürültüyle gelmişti yaz.

 

Alıştım artık, hiçbir acı beni yenemez

başım dönsün, ‘tuzunu çoğaltan bir deniz’ tutsun beni

anladım duyguların ağırlığını

derimi yırtıp gittim, kimse görmedi benim gördüklerimi.

Dünya 2015”(8)

Sıkıntı konusu daha geniş bir şekilde ele alınabilir, örneklenebilirdi. Beni bundan zamansızlıktan doğan sıkıntı alıkoydu şimdilik. Byron’un dediği gibi “Geriye ya sıkılmak ya da sıkılmak kaldı.”

 

  • Lars FR. H. Svendson., Sıkıntının Felsefesi, Bağlam Yayınları, 2008. Çev: Murat Erşe, s.27
  • Lars FR. H. Svendson., Sıkıntının Felsefesi, Bağlam Yayınları, 2008. Çev: Murat Erşe, s.26
  • Lars FR. H. Svendson., Sıkıntının Felsefesi, Bağlam Yayınları, 2008. Çev: Murat Erşe, s.41
  • Lars FR. H. Svendson., Sıkıntının Felsefesi, Bağlam Yayınları, 2008. Çev: Murat Erşe, s.51
  • Sabahattin Kudret Aksal, Şiirler (1938-1993), YKY, 2. Baskı, 2008, s.621
  • Ahmet Erhan, Burada Gömülüdür, Bütün Şiirleri, Birinci cilt., Kırmızı Kedi, 2015,s.70
  • Edip Cansever, Şairin Seyir Defteri, Toplu Şiirler II,Adam Yayınları,10. Basım, 2001, s.178
  • Veysel Çolak, Dünyaya Bir Karşılık, Hayal Yayınları, 2016, s.6

➤ Yazarın Son Yazıları

➤ Son Yazılar

Welcome Back!

Login to your account below

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Add New Playlist

Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?