ÇETİN YİĞENOĞLU
Narin cinayetinde yaşananlar polisiye yazınını çağrıştırıyor. Bilindiği gibi polisiye kurmacanın temel özelliği, katille kanıt orta yerde olmasına karşın öykünün sonuna değin okura, izleyiciye gösterilmemesidir. Polisiye eserde olduğu gibi Narin cinayetinde de her şey göz önündeydi. Buna karşın halk uzun süre oyalandı.
Bunun nedeni cinayetle birlikte halkta bir farkındalık belirtisinin görülmesiydi. Bir uyanış enerjisi yükseliyordu. Bu anlaşılınca, halkın dikkati birkaç yönden çelindi. Medya da yargı da, jandarma da rol aldı bu senaryoda. Görünüşe göre canla başla cinayeti çözmeye çalışıyorlardı. Yapıp ettiklerine yakından bakılınca “acaba bazı kirli ülke gerçeklerinin üstü mü örtülüyor” sorusu çıktı ortaya. Cinayetin magazinleştirilmesi bunun en somut göstergesiydi. Canlı yayında savaş izlemeye alıştırılan halkın cinayet çözümlemesini de benzer ruhla izleyebileceği düşünülmüş olmalıydı.
Türkçe özürlü gazeteciler, pürtelaş TV muhabirleri, bakanlık sözcüsü bürokrat edasıyla konuşan akademisyenler, herçikolatadananlarımcı uzmanlar hemen bir araya gelerek ahkam kesmeye başlamıştı. Onlardan etkilenen birçok kişi cinayet dedektifi kesildi. Zaten, aklından kuşku duyan yoktu bu ülkede. Tanrılarının onlara eşit verdiği bir şey varsa o da akıldı. Bugüne değin aklından kuşku duyduğunu söyleyen kimsenin çıkmaması bunun kanıtı.
Kim, ne, nasıl, nerede, ne zaman, neden ve cevapsız sorular…
Kel başa şimşir tarak örneğindeki gibi, aklından yakınmayanlara da 3. sayfa haberciliği yakışırdı. Polis – jandarma olay bültenini andıran, suç, suçlu haberleriyle dolan ekranlar, gazeteler bunun göstergesiydi. İşte bu gazetecilik anlayışı dönüştürdü Narin cinayetini medya rekabet nesnesine. Toza dumana boğdu ülkeyi. Ses, görüntü, bilgi kirliliği kapladı insanların küçücük dünyasını.
Tam bir ay TV kanallarında en çok bu cinayet konuşuldu. Gazetelerde sayfalarca yayın yapıldı. Bir sihirli el yayınlarda tansiyonu düşürdüğünde anlaşıldı ancak havanda su dövüldüğü. Bir ayın sonunda gazetecilikte haber yazımının 6 unsurundan sadece 2’si yanıtlanabildi. Birinci N’nin (ne?) yanıtı “cinayet”, ikinci N’nin (nasıl?) ise “boğularak” olduğu anlaşıldı. Öbür 4 temel unsur 1 K (kim) ile 3 N (nerede, ne zaman, neden) sorularının yanıtı bulunamadı.
Ne ki, halkın bir kesimi başka bir şeyi fark etti bu ara. Osmanlı’da reşit olmasına izin verilmeyen toplumda yüz yıldır filizlendirilmeye çalışılan temyiz gücünün bütünüyle yitirilmediğini gördü. Bu nedenle çekip alarak yırtmak istedi, kirli, kokuşmuş toplumsal gerçekliğin üstündeki çuvalı, battaniyeyi, karaçarşafı.
Aydınlık ruhlu insanların paniği ve sorgulaması
Örtüyü biraz çekince insanlığın çoktan katledildiği toplumun DNA’sında da çürümenin başladığını görünce paniğe kapıldı aydınlık ruhlu insanlar. Bunda, Anadolu’yu “dar’ül harp” yapmaya çalışanlar kendileriymiş gibi ağır baskı hissettiler üzerlerinde. “Acaba yapmamız gerekenleri tam yapmadık mı?” diye sorgulamaya başladılar kendilerini. Toplumun korunmaya muhtaçlarını koruyamamalarına üzüldüler. Adalet sisteminin bozulmasına güçlü tepki veremedikleri, iş cinayetlerini, deprem istismarlarını önleyemedikleri, ormanlara, kamu kaynaklarına, madenlere, bütünüyle ülkeye sahip çıkamadıkları için dövündüler. Her yerleri yara bere içinde kaldı. Narin’in katledilmesi, kadınlar, çocuklar, bebekler, köpekler, kediler konusundaki duyarlılıklarının oluk oluk kanadığı döneme rastlaması yüreklerini taşıran damla olmuştu.
Asıl suçlular ise yüzleşmek istemiyordu yüreklerindeki karanlıkla. Zaten, sevgi pınarları kurumuş, ruhları çölleşmişti.
Bir hırsla üretim ilişkilerini bozmuşlardı önce. Üretim ilişkileri bozulunca ahlak da bozulurdu; bozuldu. Ortak toplumsal idealler, gelecek beklentileri yok edildi. Toplumsal – sosyal çelişkiler yapısallaştırılırken halk politikaya yabancılaştırıldı. Anadolu Aydınlanma Devrimiyle yapılandırılmaya çalışılan temel ahlak ilkeleri epritildi.
Onların diliyle söylemek gerekirse Narin cinayeti “sonuç”tu. Öyleyse “sebep” neydi? Bireysel şiddetin artışını, normalleşmesini besleyen cezasızlığın, sorunlu yargının rolü yok muydu gelinen noktada? Sorumluluğu nerede başlar, görevi nerede biterdi yargının? Yoksa sorumsuz muydu yargı? Toplumsal erince ahlak – adalet aksı üzerinden yürünmez miydi?
Çocuk istismarında dünya üçüncüsü
Bu toplumun tam bin yıldır ahlak sorunuyla boğuşuyor olması nedendi? Toplum, Gazali ahlak yapısına uygun kefenlendikten sonra neden sürekli kaşınıyordu bu yapı? Çocukların, bebeklerin insan olduğu konusunda toplumsal farkındalık oluşturulamamasının sorumlusu kimdi, kimlerdi, hangi dünya görüşüydü?
Halka kapalı sosyal kodlarla huraflere uygun yaşamı dayatanlar neden feodal ahlak anlayışını yüceltiyorlardı? Aşiret ahlakı, tarikat ahlakı, cemaat ahlakı, sapkın dinsel ahlak hangi kaynaktan besleniyordu? Boyutları bilinemese de, kokuşmuşluğu hissedilen Luti ahlak anlayışının, Latincesiyle ensest olaylarının üzeri niçin örtülüyordu? Ensest, ensest mağduru çocuklar, çocuğa cinsel istismar neden her zaman skolastik yapı bataklıklarında ürüyordu? Kayıp çocuklar konusu organ mafyasından çok neden bu yapıyla ilgiliydi?
Çocuklara yönelik suçların boyutu hakkında fikir edinmek için 2023 verilerine bakmak yürek sancıtıcı. Geçen yıl tam 232 bin 739 çocuk için şiddet, kayıp başvurusu yapılmış. Çocuk istismarında dünya üçüncüsü olan bu ülkede, söz konusu rakamın yüzde 13’ü, yani 30 bin 290’ı cinsel istismar mağduru çocuklarla ilgili. 10 bin de kayıp başvurusu var. Dile kolay; 40 bin çocuk… Acaba kayıtdışılar ne kadar?
Bir de sünnet sorunu var bu toplumun. Yetişkin erkek olduklarında “kadın katili” adayı genç erkeklerin çoğu sünnet mağdurudur bize göre. Narin cinayetinde sünnet travmasının etkisi var mı acaba?