EMRAH KOLUKISA
Kasım ayını sonbaharın en sağlam vizyon haftası ile açıyoruz. Ayın geri kalanına nazaran az sayıda film gösterime giriyor ama bir yanda Demi Moore’un uzun bir aradan sonra beyazperdeye döndüğü “The Substance” ile son yılların en etkileyici beden korkularından birini izleyeceğiz, diğer yanda ise ileriki satırlarda değineceğimiz ve Cannes’da Altın Palmiye alması hasebiyle yılın en havalı filmi olarak vizyona giren “Anora” ile Hollywood’da yeni bir (belki de iki) yıldızın parlayışına şahit olacağız. 2024’ün unutulmazları arasına gireceğine inandığımız bu iki filme ek olarak Pedro Almodovar’ın Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan kazanan ve eleştirmenlerden hem iyi hem de kötü notla alan son filmi “The Room Next Door” da (“Yandaki Oda”) bu ‘sağlam’ vizyon haftasının bir diğer öne çıkan filmi olacak.
Konumuza gelecek olursak… Bağımsız sinemanın özgün isimlerinden Sean Baker’ın son filmi “Anora” bir yanıyla yönetmenin neredeyse tüm filmografisine işlemiş bir karakter dünyasının yeni bir tezahürü olarak yansıyor beyazperdeye. İlk filmlerinden bu yana hep işçi sınıfından karakterlerin, çoğunlukla da seks işçilerinin hayatlarına odaklanan hikayelerle ve kendine özgü gerçekçi anlatımıyla yıllar içinde mükemmelleştirdiği (ya da en azından ustalaştığı diyelim) bir sinema dili oluşturan Baker son filmi “Anora”da da yine benzer sularda yüzüyor. Hikayenin odağında bu kez Brooklyn’deki bir gece kulübünde stirptiz yapan ve müşterileriyle birlikte olarak ekstra para kazanan genç seks işçisi Anora var; ya da kısaca ‘Ani’. Ani’nin hikayesi, ona hayatta bir çıkış sağlayacağını umduğu, amiyane deyişle zar attığı bir evlilikle yeni bir yön alır. Ani, ona sevgili rolü yapması karşılığında yüklü bir para teklif eden İvan adında genç ve zengin (babası önemli bir oligarktır zira) bir bebenin peşinden gider ve hatta spontane bir şekilde evlenirler. Tıpkı Ani gibi izleyici de bir süreliğine ortada gerçek ve beklenmedik bir aşk olduğu duygusuna kapılır ama bu yıldırım nikahı genç İvan’ın ailesi tarafından hiç ama hiç hoş karşılanmayacak ve Ani bir anda kendini pençelerini çıkarmış bir anne ve üç bodyguard ile boğuşurken bulacaktır. İvan ise çoktan kayıplara karışmıştır.
İlk bakışta yeni bir “Pretty Woman” gibi başlasa da mizah ve aksiyon dozu gitgide karanlık bir noktaya evrilen “Anora” bir peri masalından ziyade Grimm Kardeşlerin o vahşi masallarını andırıyor. Sean Baker tarif ettiği dünyayı ve o dünyaya ait karakterleri beyazperdeye aktarırken hiç inandırıcılık sorunu yaşamadığı gibi izleyicide empatik bir bağlılık yaratarak başta Ani olmak üzere hemen tüm kişilerini boyutlandırmayı beceriyor. Hareketli kamerası, neredeyse aktüel çekimlere yaklaşan sinema diliyle izleyiciyi her daim aksiyonun içinde tutan ve sanki hikayenin birinci elden tanığıymış duygusunu yaratan Sean Baker özellikle de filmin ortalarında yer alan uzun bir kavga sahnesiyle sinemanın en saf haline yaklaşıyor; bir avuç oyuncu, acı bir gerçek ve kaderine çırpınarak karşı koyan bir baş karakter. Ani belki ona hayal ettiği zengin hayatı getirecek evliliği bulamayacak ama bir şekliyle aşkın gerçek sıcaklığına, bir an için bile olsa kavuşacaktır; bir teselli ya da umut ışığı mı demeli?
Mikey Madison daha önce Tarantino’nun “Once Upon A Time In Hollywood” ve “Scream” (2022) izlediğimiz ve aklımızın bir köşesine yazdığımız oyunculardandı doğrusu ama Anora rolünde artık gerçek bir yıldızın doğduğunu söyleyebiliriz herhalde. Etnik çağrışımlar uyandıran farklı güzelliğiyle dikkat çeken genç oyuncu Sean Baker’ın kendisi için yazdığı bu rolde o denli güçlü bir performans çıkarıyor ki, bu rolle bir Oscar adaylığı almaması şaşırtıcı olur. Öte yandan Cannes’da ilk kez izleyici karşısına çıktığı andan itibaren yeni Timothee Chalamet olarak anılmaya başlanan Mark Eydelshteyn da Baker’ın Hollywood’a yeni armağanı olabilir. Rus oligarkın oğlu rolüyle son derece sempatik ama bir o kadar da ‘şerefsiz’ bir karaktere bürünen genç oyuncuyu renkli bir kariyer bekliyor gibi.
Sınıfsal bir gerilim üstünden inşa ettiği aşk hikayesiyle Sean Baker bir kez daha aşina olduğu sularda geziyor “Anora”da. Yeni ve daha karanlık bir çağın “Pretty Woman”ı da ancak bu film gibi olurdu; her ne kadar Baker “Filmin ortalarına gelene kadar ‘Pretty Woman’a benzediğini fark etmemiştim bile” dese de.
FİLMİN NOTU: 9 / 10