HİLAL KÖSE
Gezi direnişi, bugünlerde yine bir soruşturma konusu; menajer Ayşe Barım, akıl almaz iddialarla 3 gün gözaltında tutuldu ve tutuklandı, bazı ünlü isimler ifade verdi… İktidarın muhalefeti sindirme aracı olarak istediği zaman düğmeye bastığı Gezi soruşturmaları yıllardır Türkiye’nin gündeminde. ‘Bu kadar da olmaz’ tabirinin anlamını yitirdiği bir siyasallaşmış yargı krizi, gün be gün ülkenin hukuk ve adalet sistemini yozlaştırıyor. Bu süreçte en çok hırpalanan isim kuşkusuz Osman Kavala oldu… Ortada tek bir ‘delil’ yok; hangi eylemi nedeniyle bu iddialarla suçlandığı hâlâ belirsiz. Bugün yarın ‘pardon’ denilecek derken, 7 yılı cezaevinde geçti. Nasıl oldu da Kavala, tüm Türkiye’nin destek verdiği bir eylemin en büyük sorumlusu olarak gösterilebildi? Ayşe Buğra ve Asena Günal’ın, “Bir Dava Hikayesi Osman Kavala’nın Yedi Yılı” adlı yeni kitabı, bu türden pek çok sorunun yanıtını derli toplu biçimde okura sunuyor. Kavala’nın bu 7 yılda yaşadıklarını ve yargı sisteminin nasıl işlediğini merak edenler için gerçekten de çok değerli bir çalışma olmuş İletişim Yayınları’ndan çıkan kitap.
Kavala’ya yönelik suçlamaların ve tutuklamaların özeti, Kavala’nın röportajlarından bu iddialara verdiği yanıtlar, yazıları, açıklamaları, hukukçuların görüşleri, AİHM kararları gibi pek çok konuya yer veriliyor. Her şeyden önemlisi Kavala’nın neden böyle bir davanın tam da merkezine konulduğu sorusu bütün yalınlığıyla bir kez daha gözler önüne seriliyor. Onu iktidar cephesinin algı operasyonlarından ‘tanıyanların’ mutlaka okunması gereken bir kitap.
Kendi gibi yaşama mücadelesi
Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra, kitabı kaleme alma amaçlarını, önsözde şöyle anlatıyor: “Okura, bunları yaşayan insanın sesini duyurmak. Onun yedi yıl boyunca yaşadığı ağır mağduriyete rağmen nasıl tahrif edilen gerçekliğine sahip çıktığını, nasıl kendisi olarak kalmayı, dünyadan kopmamayı, bütün adaletsizliklere ve kötülüklere karşı herkes için daha adil ve daha insani bir hayat üzerine düşünmeye devam etmeyi başardığını biraz olsun yansıtabilmek. Türkiye’nin hukuk devleti olmaktan uzaklaştığını gözlemleyerek bu yaşananları normalleştirip kanıksamak eğilimine karşı insanları uyarmak. Onları sadece Osman Kavala’nın değil, özgürlükleri ellerinden alınan bütün suçsuz insanların yaşadıklarına daha duyarlı olmaya davet etmek.” Buğra’nın dediği gibi Kavala, adaletsizlikle mücadele ettiği kadar akla mantığa sığmayan iddialarla çarpıtılmak istenen kendi gerçekliğine sahip çıkma mücadelesi de verdi/veriyor. 17 Ekim 2017 akşamı, belediye ile kültür sanat etkinliği için yaptığı görüşmenin ardından Gaziantep’den İstanbul’a döndüğünde, havalimanında uçaktan inmeden gözaltına alındı, yargıç karşısına 2019 yılında çıktı. 18 Şubat 2020’de Gezi davasında beraat etti ancak cezaevi çıkışında, daha önce tahliye edildiği 15 Temmuz darbe teşebbüsüne katılma iddiasıyla gözaltına alındı ve ertesi gün tutuklandı. 9 Mart’ta ise askeri ve siyasi casusluk iddiasıyla tutuklandı. 2021 yılında davaları Gezi dosyasıyla birleştirildi, 2022 yılında ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildi. Yargıtay, 2023 yılında, Kavala’ya verilen cezayı ve Çiğdem Mater, Can Atalay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman’a verilen 18 yıl hapis cezasını onadı.
Kavala, Manchester Üniversitesi’nde okuduğu yıllarda sosyal ve siyasal meselelerle ilgilenmeye başlamış, dernek faaliyetlerine katılmış. Türkiye’ye dönüp aile şirketinde yöneticilik yapmaya başladıktan sonra da çok sayıda derneğin ve vakıfın kuruluşunda yer almış. 1999 depremindeki gönüllülük faaliyetlerinin ardından iş yaşamına son vererek, tamamen sivil topluma odaklanmış. İnsan hakları, demokrasi, azınlık hakları gibi konularda yaptığı çalışmalar, bugün bambaşka bir kurguyla dosyasında yer alıyor. Kavala, kitapta bu durumu şöyle yorumluyor: “Gerçekten çok üzücü. Casusluk suçlamasının yer aldığı ikinci iddianamede kültürel faaliyetler yürütüyor görünūmü altında ülkemizin önemli sosyal kültürel bilgilerini edinip dış güçlere aktardığım aynı zamanda kültürel azınlıkları devlete karşı kışkırttığım iddia edilmiş. Son savcılık mütalaasında da dış güçlerin hakimiyetine ortam sağlamak için milli ve yerel değerleri yozlaştırıcı bir kültürel faaliyetin parçası olduğum yazılı. Evrensel kültür değerlerine ve azınlıkların kültürel haklarına karşı saldırgan bir ideolojik bakışı yansıtan bu iddiaların, olmayan deliller yerine kullanılması, yargıdaki vahim durumu, yargının siyasetten nasıl etkilendiğini gősteriyor. Kendi yaşamım boyunca, 12 Eylül donemi dahil, böyle iddianamelerin hazırlandığı ve bunlar temel alınarak insanların özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı başka bir zaman kesiti hatırlamıyorum.”
Bu kitapta Soros ve Henri Barkey gibi isimlerle ilgili tüm komplo teorilerine de yanıt veriyor Kavala. Ayrıca, içeride okuduğu, sevdiği, tanıştığı yazarları paylaşırken, aydınlanma, demokrasi, sivil toplum konularında düşüncelerini de aktarıyor. Kitap, hem Kavala’yı daha iyi tanımak hem de bu karanlık dönemin ruhunu anlamak için okunması ve tartışılması gereken bir eser niteliği taşıyor.